25 Aralık 2016 Pazar

Halepli Yeşil Gözlü Çocuk

Altı yıl önce Halep’te çok güzel bir çocuk görmüştüm. Rüyama girdi dün gece. “Yıllar geçti ama sen hep aynı kalmışsın. Büyümedin mi küçük adam” diye fısıldadım. Yeşil gözlerine bir tutam neşe bırakılmış, beyaz tenli şahane çocuk, bütün evreni kucaklayabilecek genişlikte kocaman kollarını açmış bana gülümsüyordu. “N’olur bana yaşadığını söyle” dedim. Sesim ansızın bir salıncağa takıldı. Bir geleceğe, bir geçmişe sallandı. Şimdide durdu. Uyandım.

Şimdi… Bir sürü şey yazılıyor, çiziliyor. Savaş, terör, silah, suç, ceza, şehit, yaralı, ölü, öç, bağlılık, özgürlük, emperyalistler, güç, kan, şiddet, nefret, göç, Amerika, büyükler, küçükler, ezilmişler, kanıksama, kandırılma, cehalet, sus, susma, Rusya, karanlık, dolar, düşme, kalkma, ayarlar, darbe, sıkıntı, ekonomi, Suriye, psikoloji, hukuk, susuzluk, beyaz, ya(la)kalar, suikast-ler, hapis, hane, kin, körler, görmezler, tecavüz, örgüt... Daha biri sürü şey…

Yazmak iyidir de görmek de lazım. Gözlerine keyifle neşe oturmuş bu çocukları izlemek, kapatılan gönül pencerelerini aralamak lazım. 

Güzel gözlü çocuk, ümit ederim kahkaha otuyordu gözlerinde ve ümit ederim ümit olmak için atıyordur kalbin. 

Bayankuş, 2016





İZZET

St. Pier kilisesinin bulunduğu tepenin biraz daha yukarısına, 10 dakika süren bir patika yoldan çıkınca, Antakya’ya tepeden bakan bir kadın başı ile karşılaştık. Bu kadar görkemli bir büst daha evvel hiç görmemiştim. Büst, başında örtü bulunan, henüz tamamlanmamış bir kadın portresini andırıyordu. Neden buraya yapıldığını merak ederken yanımıza Antakyalı rehberimiz İzzet geldi.

İzzet, 12 yaşında, orta ikiye giden, girişimci ve bilgili bir genç. Çoğumuzun hatta çoğu Antakyalı’nın dahi bilmediği “Cehennem Kayıkçısı” Kharon’un (*) hikayesini tarihlerini vererek anlatmaya başladı.

 “Bir zamanlar Antakya’da veba salgını varmış. Diyelim bir milyon Antakyalı yaşıyorsa, iki yüz elli bin Antakyalı bu hastalıktan ölmüş. Milattan önce 175-164 yılları arasında, dönemin kralı Antiochus IV. Epiphanes, oradan geçen kervandaki kahine danışmış, “ne yapacağız?” diye. “Benim ve Cehennem Kayıkçısı Kharon’un heykelini yaparsanız hastalık biter” demiş kahin. Heykeller yapılırken gerçekten veba salgını bitmiş, işte bu yüzden bu büst yarım kalmış” diye yutkundu İzzet.

"Kharon neyin nesidir, biliyor musun?" dedik. “Ölen kişilerin gözüne veya ağzına Roma parası konulduğunda onları cehennemden cennete götüren kişidir” diye yanıt verdi. Kadim dostum ise İzzet’e Kharon’un geçmişte rüşveti başlatan kişi olduğunu söyledi, İzzet de bu tespiti gülümseyerek onayladı. Haksız değildi, hepimiz onayladık. 

Adının anlamını sordum İzzet’e “bilmiyorum” dedi. Aslında adı gibi yaşayan bir çocuktu. Güçlüydü. Gücü bilgiden geliyordu. Saygılıydı, bildiğini ikram ediyordu. Kharon’u bilerek kendi memleketinin değerinin farkındaydı. İşte tüm bunların toplamı “İzzet”ti(**).

Ümit ederim İzzet adının anlamını öğrenmiştir ve umut ederim hayali gerçekleşmiştir.




Bayankuş, 2016

Bayankuşbakışı tespitler:
(*)Kharon: Kharon ölü ruhlarına Acheron ırmağını geçirtmek için para alır o nedenle ölülerin ağzına bir metelik konurdu. Para almazsa Kharon ruhları kovar, taş çatlasa yumuşamazdı. Hele toprağa gömülmeyen ruhların Hades bataklığını geçmeleri olanaksızdı. Kharon Etrüsk mezarlarında sık rastlanan bir simgeydi. Ölmekte olan insanı yer altı ülkesine almakla tam anlamıyla öldüren bir cin olarak gösterilir. Hermes'in kılavuzluğunda yer altına inen birçok ölü Kharonla ve kendi kendisiyle konuşur, ölümden sonra her türlü varlığın boş olduğu sonucuna varır.
1. Değer, kıymet.
2. Yücelik, ululuk.
3. Güç, kuvvet.
4. Saygı, ikram.



8 Ekim 2016 Cumartesi

Şirin, 08 Ekim 2016, 16.07

Merhabalar Sev'ciğim ,

Umarım her şey yolundadır. Son günlerde inan bir pilottan daha çok uçuyorum. Göçmen kuşlar gibiyim. Göç yolumda, kekremsi kokusunu içine çektiğim Ege;  handikapında "Hanyanın Konya'nın" ne olduğunu izlediğim İstanbul; gittikçe acuzeleşen yüzünü gördüğüm Ayıntap vardı.

Uçakta "Karahindiba" (*) isimli bir kitap bitirdim. Sabah erken kalktığım için bir ara içim geçmiş. Rüyama kitabın kahramanı Adnan girdi. Adnan'ın kafasını eşeleyen kendinden mütevellit otuz iki adet Adnan vardı. Adnan'ların her birinin birbiriyle çekişmesi, acımasızca birbirini pataklamaları, kendilerini umarsız acıtmaları, beni benden aldı. Uyurken başım geriye düştüğü için açık kalan ağzımdan tüm Adnan'lar çıkmışcasına, damağım beton gibi sert, nefesim bir keser gibi keskindi. Nefesimde kalan son Adnan'ları da, yutkunurken yuttum.

Hepimizin içinde bizden gayrı bir sürü ben var. Karahindiba'nın hikayesi de bu yönden  çok etkileyiciydi. İş yerinde tuvalete gitmeyi haber verme utancı, yaşama aldatmacısı, ailelerin istekleri, ezbere yaşamlar, kendi olamayıp başkasının hayatına öykünenler... Hayatımızı tüm cıbıllığı ile vermesi çok güzeldi. Çekirdeğini arayan Şirin'i çok etkiledi. Daha şaşırtıcısı neydi biliyor musun? Antep'e gelmeden kentin girişinde "Adnan" isimli bir şirketin olmasıydı. Logosuna büyük harflerle ADNAN yazılmış, yuvarlağın içine alınan bu yazının altına kocaman bir tebessüm çizilmişti. Yani karşımda gülen Adnan imojisi vardı. İşaret midir, moda ifade ile evrenin enerjisi midir bilmem ama Adnan iyi olduğunu bana böylece muştulamıştı. Yaşam, güzelliklerini kendisine hayranlık bırakacak imlerle göstermeye çalışırken, ben de müjdelediği her şey için gönül borcum gereği şükrettim. 

Şükretmek... Dünyaya, insana ve hatta kendine farklı bakmak gibi... Böylelikle gecenin zifiri karanlığını değil, siyah kadife gecede beliren çipil çipil bakışlı yıldızları farkediyorsun. Bunun ayırdına varmak rahatlatıyor. O kadar ezbere yaşıyoruz ki farklı olanı kaçırıyoruz, bardağın boş kısmına bakıyoruz. Peki ben şükrediyor muyum? Soruyla birlikte aklıma şu olay geldi. Sıkıldığım, daraldığım bir vakit, kocama "takdir edilmem gerektiğini hissediyorum" dedim. Asil: "Hımmmm, takdir... Kelimenin içinde KDR harfleri var. KADiR kökünden geliyor. Yani övgü istiyorsun". Cevabına, "dehşet içindeyim" diyerek gülümsedim. O, "dehşet, içinde müthişi barındırıyor. Bu hiç kötü bir şey değil" dedi. Bazen bu kadar bilgili olması canımı sıksa da, beni gülümsettiği için şükrediyorum. Yoksa var olanın zenginliği ile yokluğunu hissetmediğim duyguların bencilliğini mi yaşıyorum? Farkındalık mı hodbinlik mi kafamı yormayacağım. Şükretmek beni rahatlatıyor. Sev'ciğim en son ne zaman şükrettin?

Hamiş:
1. Çok özledim yazdıklarını, neredesin?
2. Öleceğini bilmelerine rağmen bazı böcekler neden ateşe uçarlar?

(*) Sinan Sülün'ün 2011 yılında yazdığı ilk öykü kitabı

22 Eylül 2016 Perşembe

Şirin, 22.09.2016, 21.05

Sevgili Sev'ciğim,

Bugün yağmurun kızı çisil ile elle elle yürüdük Bağdat Caddesinde. Adımlarım ile zihnimin işleyişi aynı mekanizmaya bağlıymış gibi adımlar hızlandıkça, aklıma damlayan düşünceler koca bir tümülüs yarattı. Tümülüste ne var ne yok diye bakmak için, içine girmek gerekti gerekmesine de "gereklerden, lazımlardan" o kadar bıkmıştım ki, yığından tırıs tırıs uzaklaştım. Ben kaçtıkça şeytan azapta gerek aptal ıslatana dönüşen Çisil incecik ellerini, hoyratça yüzüme çarptı. Kuyruğumu bacaklarımın arasına alıp kaçarken, beden ile zihnimin yakaladığı muazzam ritmi kaybedeceğimi anlatmaya çalıştı. Ah kim bilir ne vardı düşüncelerden oluşan höyükte? Defineciler olsa içeride ne var ne yok öğrenirdik diye düşündüm ama onlar da arayışlarını hoyratça yaptığından zarar verebilirdi bana. Düşüncelerden oluşan yığına, höyüğün çökme riskini de alarak başımı uzattım. İnsanın kendi çekirdeğini görmesi ne güçmüş. Ne gördüm dersin? Çisilin annesi yağmur ile yürüyen Şirin'i... Tentesi olmayan şemsiyenin sapını sıkı sıkı tutan Şirin, üzerine yağan sorulara cevap bulmak için bir başka tümülüse başını uzatıyordu. Çisilin elini bırakmadım. Neme gerek başıma dert almayayım...

Hamiş: 
1. Sorulara cevap bulduğumda çekirdeğimi de bulacağım.
2. Ayakta durmak, yürümek çok önemli. Zihin ile adımlar aynı uyumda hareket ediyor.
3. Çok uzun bir fasıla girdi aramıza. Özledim...


31 Temmuz 2016 Pazar

Sev, 27 Aralık 2015, 01.24

Sevgili Şirin'ciğim,

Sana daha evvel sözünü ettiğim, “benliğimin kayıp kıtalarına yolculuğum” sürüyor hala… Hani çok önceleri zalim bir yok sayışla adresini yitirdiğim, içimdeki o küçük kızın kaybolduğu şehirlerde dolaşıyor, iz sürüyorum mahalle aralarında hala… Okuduğum her kitap, konuştuğum her insan, hissettiğim her duygu birdenbire köprü oluyor aramızda, o yaralı küçük yavruyla. Hiç kolay değil inan, çoktan terkettiğim kasabaların hüzünlü romantizmine, şimdinin hoyratlığa önlem zırhları içinden geri dönmek. Anlamak, anlam vermek, farketmek ya da affetmek…

Ömrümün yarısını, belki de daha fazlasını tükettim ben. Evliyim, çocuklarımın annesiyim. Ailem, mesleğim ve sevdiklerimle örülü bir yaşamı nefes nefese koşarak sürüklerken bu koca şehirde, yine de bir yanımla çok eksiğim işte, çok eksiğim! İçimde sızım sızım bir şeyler… Biliyorum kolay değil ama, yapabilirim. Acının tükendiği yerden doğabilirim… Söylenmemiş şarkıları söyleyebilir, yazılmamış kitapları yazabilir, yapılmamış resimleri yapabilirim… O küçük kız korkup kaçarken yaşamdan çok uzaklara, yanında götürdüğü her şeye yeniden dokunabilirim… İçimin kayıp çocuğunu sarmalayıp, büyütebilirim… Zaman… Sadece birazcık zaman… 

Sezen aksu dinliyorum yine son günlerde:
“Sızım sızım sızlar içim, gözümde akmayan yaşlar
İçimde yıllardan kalma birikim, bilmem ne zaman patlar?
Bilirim sonu var bunun, bilirim sonu gelir her sorunun
Bilirim sonu var bunun, çaresi bulunur bilirim her sorunun
Hiç aç susuz yaşamadım ki…
Hiç parasız pulsuz kalmadım ki…
Hiç aşksız sevgisiz olmadım ki…
Neden, neye, kime bu özlem?”

15 Temmuz 2016 Cuma

Şirin , 28 Kasım 2015, Cumartesi

Merhabalar benim güzel arkadaşım,

Hemen yazarım diye düşünüyordum ama araya epey fasıla girmiş. Yarı açık tam kapanmamış bu hali, bugün ardına kadar açmak istiyorum. Niyet ettim Allah rızası için açıl susam açıl diyorum. 

Bana gönderdiğin yazıda dikkatimi çeken sorulardı. O hale sorular ile başlayayım. Niçin soru sormaktan çekiniyoruz? Yoksa soru sormayı mı bilmiyoruz? Aslında bizi korkutan "sormak" eyleminin yüklediği sorumluluk mu, yoksa "soru"nun cevabı mı? Benim nazarımda her ikiside aynı müşkülde. Bahaneler uyduruyorum kendime. "Şimdi soru soracağımda ne olacak? Yoracağım kendimi" diye. Aslında bu müşkülpesentlikten bir sıyrılsam, kilitlediğim tüm kapılar bir bir açılacak.  İçimdeki binbir odalı sırça köşkümdeki, yetmiş beş karelik (sanırım brüt) odamda sıkışıp kalmayacağım. Aldığım her bir cevap beni geçmişten kurtarıp, bugüne yaklaştıracak. O halde sorumluluğu alıyorum ve soruyorum: Ne istiyorum?

İstediğim aslında, bazı soruları bilmek. Öyle cevapları var ki bu soruların, bu nedenle yanıtlarını bilmektense, beni sarsacak, harekete geçirecek soruları bilmek istiyorum. Neyi istiyorum?

Çokça mutluluk istiyorum. Mutluluğu erdemli yaşamak olarak tanımlarsam: Gülümsemek, gerçek bir gülümsemeyi karşılamak, sağlıklı olmak, kararında yemek, güzelleşmek için içmek, çokça yürümek, bilgimle insanlara yardım etmek, bilmek için okumak, insanları insanca yaşamaya cesaretlendirmek, müzik dinlemek, estetik bir gözle evrene bakmak, dünyayı gezmek, gördüklerimi yazmak, dünyaya iz bırakmak... 

Yukarıdaki istekler tanıdık gelmiştir. Ortalama bir insanın isteyebileceği, hayatın olağan akışına uygun bir yaşam... Şimdi erdemli yaşamıyor muyum? Hayır yaşamıyorum. İşe gidiş gelişimde harcadığım üç saati düşünürsek çok mümkün değil. Sıkış tıkış bir ömür. Buna bİr dur deme Vakti geldi diye düşündüğümüzden, üçüncü kez Ege'ye gittik. Köy içinde bir yer beğendik. Henüz sürülmüş toprağın üzerine milyonlarca hayal yerleştirdik. Üzerine hayal ektiğimiz toprağın bizim olması için dualarımızı ettik, şehri İstanbul'a geri döndük. 

Sana en son yazdığımda Ankara Katliamı olmuştu. Şimdi Paris kan ağladı, yüzlerce insan öldü. G20 gerçekleşti, aile fotoğrafı çekildi. Sahne gülüşleri, donuk tebessümler derken, sınırların geçilmesi, uçak düşmesi, telefonlara çıkılmaması, doğal gazın kesilme ihtimali, Can ve Erdem'in mahpusla imtihanı, tırın içindekiler, silahtı, ilaçtı derken... erdemli yaşamak şöyle dursun, ölmeden sağ kalmak aklımıza mukayyet olmak erdem oldu. 

Bu arada araya TEOG girdi. Terör örgütü olduğunu düşündüğüm bu kısaltma, meğer ebeveynlerin mücadele ettiği gerçek bir teşkilatmış. "Temel Egoları Ortasından Göçertme" birliği, üç insan evladını (ana, baba, kız/oğul) gerçekten hem parasal, hem zamansal hem de zihinsel çökertiyor ve sistem bunu öyle ustaca organize ediyor ki, sistematikleri bozulan bu üçlü, dayatılan zorluğu içselleştiriyor. TEOG anneleri olan arkadaşlarımı göremez oldum. Bir an önce bu örgütün pençelerinden kurtulmaları ve kente, yaşama inmelerini diliyorum.

Hayat bir armağan ve ben ondan kolay kolay ayrılmayacağım. Armağanlarımızı daha da süslemek dileği ile bana yaz:)

14 Temmuz 2016 Perşembe

Sev, 16 Kasım 2015

Şirin'ciğim,

Derine düştüm nicedir. Anlatılması güç  bir ağrının kucağında kıvranırken, nefes nefese koşasım var hayata bir yandan. Oysa hayat hızla akıyor elimden, ben nefes nefese sadece… Sanki daha önce hiç sormamış gibiyim nedenlerini, niçinlerini, nasıllarını bu menzili belli hikayenin. Unutulmuş yaralarımı kanatıyorum bile isteye… Biliyorum ki acı büyütecek beni. Biliyorum ki ancak acı götürecek beni kendime… Ah, ne çok oyalandım sistemin oyunlarıyla, ne çok vakit kaybettim! Oysa aldıklarımın karşılığında, harcadığım hep kendimdim! Hep kendime giden yolların önünden geçip durdum sabahları, akşamları, öğleleri ve gece yarıları. Hiç bakmadım, hiç aramadım, kördüm, hiç görmedim sanki. Kendime giden yolları unuttum, unutmak istedim belki. Önce kanatıp yaralarımı, sonra pansuman yapıyorum işte şimdi kendime şefkatle… Büyütmeliyim sessiz sedasız içime gömdüğüm çocuğu… Yasını tutmalı ve diriltmeliyim yeniden. 

Derinlerdeyim nicedir Şirin'ciğim. Kendime doğru yol alıyorum, kimselere belli etmeden…

12 Temmuz 2016 Salı

Şirin, 19.10.2015, Pazartesi

"Yarın bambaşka biri olacağım diyorsan neden bugünden başlamıyorsun?" Epictetus

Yazdıklarını okuyunca aklıma bu cümle geldi. Ustalıkla içine gizlediğin "kendini" aradığını düşünüyorum. İşin can sıkıcı yanı, gizlendiğin yerden çıkmaya izin vermiyorsun. Gelecek ve dünde sıkışmış, olağanüstü bir sen varsın. Mükemmel olmaya uğraşıyorken "eşsiz" olma şansını kaybediyor olabilir misin? 

İçindeki çocuk sanki sana bir mesaj iletmek istiyor gibi... "Değiştirilemeyeceğin şeyler için canını sıkma, olan oldu, geçen gitti. Öyle güzel bir yerdesin ki, kendini farkettin. Sırtında geçmişi taşıma n'olur? Çok ağırım ben." diyor sanki çocukluğun. 

Hayallerini gerçekleştirme yolunda bir sürü engel sayacağını tahmin ediyorum. Bende bir sürü "ama" sıralayabilen düş katili kötü bir hatun kişiyim, biliyorum. Benim bilmek istediğim, hayallerin gerçek olsaydı nasıl hissederdin? Bir an için düşle...

Sen seni bulabilirsin içinde ve niyetle, istekle hayallerine koşabilirsin. Bunun içinde ne olursa olsun birşey yapman gerekir. Ne yapacağını bilemem. Bunu kimse bilemez. Bunu bilen tek kişi var o da sensin. Yani Dombilim "göt ıslanmadan balık tutulmaz". Senin gibi öz farkındalığı yüksek bir kadının, kendine olan bu edilgen tavrı için sen ne düşünüyorsun?

Haydi Sev'ciğim sorularıma cevap arıyorum.

Onca yıl yaşadığımız Ankara'da, Başkentimizde olanlar, hepimizin canını acıttı, burktu, kanırttı. Aklım alındı. Bozkurun gülü soldu, kanadı. Oyun içinde oyun var. İçeridekiler mi dışarıdakiler mi? Çemberin dışı mı, içi mi? Bilemiyoruz. Bildiğim, Can'lar gitti ve 40 yıldır yaşadığım topraklarda ötekileştim. Can'ım Anadolu'm, Ortadoğu bataklığına benzemez umarım. Yakışmaz onun yüzüne nefret, kan, şiddet. İnandığım her şeye dua ediyorum akıl ve ihsan olsun diye. 

Öpüyorum ve kendini gerçekleştirmen adına, öteki kadına yazmanı cani gönülden diliyorum.

11 Temmuz 2016 Pazartesi

Sev, 19.10.2015, Pazartesi

Ne tuhaf bir dönemden geçiyoruz Şirin'ciğim, dünya yangın yeri, ülkem yangın yeri, içim yangın yeri...Bir yanım evlatlarımızı ve yarınları düşünmekten yorgun, öbür yanım geçmişin izlerini sürmekte bir zamandır... Dilimde hiç bitmeyen bir Sezen Aksu...

"Ben beni kendi içimde, bilmem ki ararsam bulur muyum?
Yaşanmamış genç yıllarımı ve sebebini suskunluğumun... 
Buluşsam orada kendimle ve yaratsam ellerimle
Küçük bir sırça köşk misali, dostlarımla benim evrenimde.

Boş yere değil yok inanmam, koşarım yine ardından..
Bulsam da olur bulmasam da
Bu ümit beni bil yaşatan..

Cesaretim olur o zaman, düşünmeye içtenlikle
Açık seçik ve hiç korkmadan sonuna dek dürüst ve sevgiyle...

Boş yere değil yok inanmam, koşarım yine ardından
Bulsam da olur bulmasam da
Bu ümit beni bil yaşatan..."

Ama işte en tuhaf şey yine de insan olmak! İşin-gücün, kavganın ve acının orta yerinde bile, hayallerinin hesabını soran 40'ında bir çocuk sızım sızım... Alevler içindeki ruhumda, ümidimin münasebetsiz kıpırtılarıyla dayanıyorum belki de bunca saçmalığa. Bilmiyorum... Ama şunu anladım ki artık, içimdeki çocuk hiç vazgeçmeyecek yaşanmamış hayallerinin hesabını sormaktan...

7 Temmuz 2016 Perşembe

Şirin, 14.07.2015, Salı

Sözümü tutuyorum. Bir zorunluluk olduğu için değil, gerçekten istediğim için yazıyorum. Gecenin, günü askıya mandalladığı an, şıpır şıpır yastığıma damlayan anılardan bahsetmek istiyorum. Nereden düştü aklıma bilmem ama anneannemi özlediğimi hissediyorum. Çok anlık bir sahne aklıma üşüşen. Anneannemin vefat ettiğini öğrendiğimizde annemin büyük bir hüzünle ıslanan yüzü ve benden hıçkırarak aseton istemesi. Tırnaklarındaki uçuk kaçık, var ile yok arasındaki pembe ojeyi, aldığı haberi tekzip etmek, yok etmek istercesine, hıçkırıklarla silmesini unutamıyorum. Tanrı, katında geniş yer açsın diye, dua etmişti annem. Hem tırnaklarını siliyor hem mırıldanıyordu. Merhamet diliyordu. Tırnağındaki boyalar aseton ile yok olduğunda, hıçkırıkları durdu. Ellerini kucağında birleştirdi ve annesinin en güzel anlarını düşündü.  Ben de Anneannem sevinsin diye duamı ediyorum. Allah rahmet eylesin...

Hamiş:
1. Hafta sonu Urla'daydık. Ne verimli, ne güzel topraklar. Özbek Köyü'nü çok sevdik. Çok sıcak kanlı, yabancıya yakın ahalisi var. "Orada bir köy var uzakta, o köy bizim köyümüzdür." Demeyi, köylü olmayı çok istiyoruz.
2. Bir kaç arazi gördük. Arazi almak oldukça zor bir işmiş, anladık. Sit alanları var. Bazıları doğal sit, bazısı ise arkeolojik sit alanları. Dikkat etmek, tapuda gerekli birimlerde iyi araştırma yapmak lazım.
3. Ramazan'ın bitmesine çok az kaldı. Alışkanlıklar zincirlerini kırıp özgürleşmek için oruç tuttuğum ramazan ayının eşsiz lezzetini ziyadesi ile yaşadım. Bayramı bekliyorum.
4. Yazmanı bekliyorum. 
5. Sözümü tutacağım.

26 Haziran 2016 Pazar

Şirin, 09.07.2015, Perşembe

Döndüm.

Uzun süredir çekirdeğimi arıyordum. Bir yolcunun merakı, esrik bir yontucunun titizliğiyle içimi kanırta kanırta özümü aradım. 

Buldum mu? 

Hala arıyorum. Yolculukta bana yoldaşlık eden ben, burnumun dibinde olup da farketmediğim şeylerIeri görmemi sağladı. 

Neler mi gördüm?

Of neler görmedim ki... Kendime baktım. Varlığımın yanında beliren suretimin dışındaki salt kendimi gördüm. İşte o vakit, görmek ile bakmanın ne denli farklı olduğunu hissettim. Bakarken gördüm, görürken derinden, kalben duydum hissettim. 

Çekirdeğimi hala merakla arıyorum ama uzun aradan sonra yazmak için döndüm. Yazarken arayışım devam edecek, birlikte devam edeceğiz. 

Hadi.

Hamiş: 
1. Of be! Sana yazmaya başlamak ne iyi geldi bana. Rica ediyorum bırakmayalım yazmayı. Ufak tefek atıştırmalık olsa da yazalım. Ana Yemeğe geçmeden ağza atılan Atıştırmalıklar değil midir lezzeti pekiştiren. Ağzımızı tadlandıralım.

2. Sana bir söz vermek istiyorum. Her gün yazacağıma söz veriyorum. Eğer üst üste 3 gün yazmaz isem cezam olsun. Cezai Şartı sen belirler misin sevgili avukat hanım?

3. Martılar, bağrış çağrış çatıların üzerinde uçuşuyorlar. Gecenin karanlığını yırtmaya çalışan bed sesleri beni hiç rahatsız etmiyor. 

4. Yarın Urla'ya gideceğiz.

5. Kocaman kucaklarım...

Sev, 12.03.2015, 13.30

Canım;

Aradan ne çok zaman geçti, yağmurlar geçti, karlar geçti… Elim ermedi, gücüm yetmedi  zamanı  yetirmeye. Sıradan yaşamımın öznesi olmanın yollarını kaybettim sanki uzunca bir süredir. En son hangi sokaktan saptım, hangi caddeden geçtim, nerede söndürdüm  içimde yanan mumun alevini de, kendimi  bu çıkmazlarda  buluverdim, bilmiyorum…

Oysa ne çok istiyorum bilirsin sen, geçip giderken şu yaşam denilen mucizenin içinden, geriye bir-iki söz bırakabilmeyi…  Anlamaya ve anlamlandırmaya çalışırken “insan olmanın serüvenini”, kanadı kırılanlara merhem olsun diye kanadımın yara izleri…

Takıldım, düştüm.  

Şimdi sarıp dizimin dirseğimin acıyan yerlerini,  yürüyorum  yeniden.  Şifam sözümdedir, biliyorum.

Özledim seni Şirin'cim.  Dinlemeyi, anlamayı ve seninle keşfetmeyi hiç bilmediğim ülkeleri.

Seni  sevgiyle öpüyorum, Asilini de öyle.

17 Haziran 2016 Cuma

Şirin, 19.10.2014, 22.01

Bugün yaşamımın anlamı ve amacını sordular. Bu soruyu cevaplamam için bir kağıt ve bir kalem alabileceğimi söylediler. Yazmaya başladıktan sora tam yirmi dakikamın olduğunu ve her ne olur ise olsun kalemi kağıttan kaldırmamamı ilettiler. Ne olursa olsun kalem kağıttan ayrılmayacak...

Derin bir nefes aldım ve başladım yazmaya:

"Yirmi dokuz harf... Alfadeki harf sayısı. Tek başına anlam ifade etmiyorlar. A, B, C, D....Ş, Ş, T, U, Ü, V, Y, Z.  Arka arkaya dizilen tren vagonları gibi. Gidecek rayları yok. Bir başka yere, istasyona, kente, ülkeye, belki de dünyaya gitmesi için raya, yola ihtiyaçları var. Kelime olmaları gerekiyor. B, E ve N bir araya gelerek "Ben" kelimesini oluşturabilir. Ben'i vagonların en önüne koyalım. Tek başına anlam ifade etmeyen üç harf, şimdi karşımda "ben" olarak dikilmiş duruyor. 

""Ben" sen kimsin?"

Nüfus cüzdanındaki rakamlar mı? Topladım, çıkardım, böldüm, çarptım... Bir formüle ulaşamadım. Demek ki rakamlardan ibaret değilsin. Bana hikaye mi anlatmak istiyorsun? Tamam anlat, seni dinliyorum.

"Kayısı ağacı kış güneşini görünce, hemen dallarını ışığa dönermiş. Şakacı kış güneşi, kayısının zamansız çiçek açmasına nedenmiş. Bilge çiftçi, bu hınzırlığı anlayınca, ağaca kış olduğunu hatırlatmak için gövdesinin etrafına çukur kazar, içine kar doldururmuş. Kayısı, kökleri ile toprağın ısısını kontrol ettiğinde kış olduğunu anlar, dallarının bu tuzağa düşmesine izin vermezmiş. İşte BEN, kış güneşinin aldatmacasına ziyadesi ile kendini kaptırmak isteyen ama kışı yaşadığını kökleri ile anlayan kayısıyım."

"Çiçek mi açmak istiyorsun BEN?"

"Bahar vakti, pembe fistanlar giymek istiyorum. Çiçeklerimin kokusundan bir baba etkilensin ve "benim kızım kayısı gibi kokar"desin istiyorum. Bir anne kayısılarını yiyerek bebeğine süt yapsın istiyorum. İki sevgili gelsin, sırtını gövdeme yaslasın, öpüşsünler, fısıldaşsınlar istiyorum. Hatta bu iki sevgili adlarının baş harflerini kazısın biri "Ş" biri "A" olsun. Koşa koşa...

Diye yazdığım an, yirmi dakika tamamlandı. O kadar etkilendim ki Sev'ciğim. Koşa koşa yapmak istiyorum yargısız, amasız anda kalarak karar verdiklerimi. Koşmalıyım. Koş Şirin Koş. Senin hayatının amacı ne Sev'ciğim? Aynı benim gibi yalnızca yirmi dakika elini kaldırmadan yazıp gönderir misin?

Hamiş: Koçluk eğitimimin birinci bölümününü  bitirdim. Inanılmaz bir deneyimdi. Keşke sende olsaydın.

Sev, 03.03.2014, 01.27

Canım Şirin'im; 

Öyle böyle derken, aslında ne çok şey olmuş yazışmayalı baksana... Yaşamında seni en çok zorlayan, üzen, yoran her ne varsa hepsine yeni yeni çözümler üretmiş ve çoktan yola koyulmuşsun bile... Daha ne olsun! Harikasın... 

Sadece şu kolun nedeniyle çektiğin acı en üzücü kısmı bu sürecin. Neyse ki birazcık rahatlamışsın, ben de rahatladım sonunu duyunca. Sahiden de laf değil, yaşamda en önemli konu ruhsal ve bedensel sağlığımız. Aman dikkat et, o koluna sakın yüklenme! Hatta gerekirse ve doktorların önerirse, düzenli aralıklarla fizik tedavi yaptır, ağrın olmasa da önlem nitelikli tedavilerini hiç bırakma Şirin'ciğim!  Sen benim için çok değerlisin, lütfen iyi bak kendine...

Kilo konusunda attığın teknik adımları okuyunca, 2014 Şubat ayında Güneşin, Ayın ve bilcümle gezegen ahalisinin biz dombililer üzerinde "dürtükleme, fişdekleme, gaza getirme ve harekete geçirme" hususunda pozisyonel birtakım numaralar çekiyor olduklarından işkillendim Şirin'im...(Diyecahsin ki neye? İşte eyle dombilim) Bu satırları yazan dombili arkadaşının da aynı ay içerisinde "pasif jimnastik" ve "lenf drenaj" işlemiyle tanışmasının yanısıra, ilk kez 2 gün önce " Fit in time" yöntemi ile, yaşamına spor katma girişimini de gözününde bulundurur isek; üstelik buna bir de benim "uyumaya vakti zor ayarladığım" yaşam biçimimde bu aktivitelerin devamına ilişkin umudumu ekler isek; bu durumda yıldızların dönemsel şeysilerinin, biz dombililerin kimyasında " bir fişek" etkisi yarattığından şüphelenmekte haksız mıyım Şirin'ciğim? 

Küresel planda, üzerimize oyunlar oynanıyor Şirin'im !!! Biz " ateyisstt" miyiz Şirin'im! Biz "terörisstt" miyiz Şirin'immm? Ne çabuk unuttular bizim ekmek kuyrukları, karne kuyrukları yüzünden ( eee, gerçi muhtemelen annemizin memesini götürmekle meşguldük biz o esnada fekat, çaktırma, anlamaz bu enayiler  tarihten marihten!) karnımız sırtımıza yapışıkk, bir deri bir kemik gezdiğimiz günleriii...Ne çabuk unuttular fakülte yurdunda tabldot  usulü yediğimiz tatsız tuzsuz  yemeklerle, başörtülü bacımıza ettikleri eziyetiiii... ( farkındayım mantık saçma ama idare et, ne söylesek inanır zaten bu kerizler! Sen ver coşkuyu yeter ki!) Ne çabuk unuttularrr! Camileri de ahır yapmıştı o ateyisstt Cehape  zaten... (Pardon hat karıştı bir an)...Bizimm "tertemizz alnımızz", "tertemizzz kilolarımızzz" üzerinden telekinetik yöntemlerle " ateyisstt" yıldızlar eliyle beynimize etki ederek ewella, inşaalla "yağlarımızla" huzur içinde ve istikrarla büyümemizden rahatsız olan dış güçler, bize dublaj yapıyorlar gökyüzünden... Uyan Şirin'im uyan... Bunca yıldır yedik, içtik, yuttuk, semizlendik birşeycik diyen olmadı da, şimdi ne demeye azdı kudurdu bu gezegenler de; bizi böyle fişdeklediler şubat şubat:) Hem yemedik ki bişey, tövbe yemedikk bizz...Yediğimiz şuncacık kuru ekmekcik, kesinn paralel tanıdıklar koyuverdiler biz uyurken o yağcıkları bizim dal gibi tazecik, 15'lik manken ficudumuza... Tanıdık dediysek, öyle uzaktan...Hem zati yalan!! Biz yemedik ki hiç, külli yalann.! Benim kör cahi... pardon azizz yemek borumm, benimm midemm, yutağım, benimm onikiparmakbağırsağımm,  afbuyur kılım tüyümmm, oss...verecek o   gezegende yaşayan imansız, ateyisstt dış güçlere sandıkta...pardon...sofrada gereken cevabıııı... Sonra gemiciğimize binip, adacığımızda bizi bekleyen dolar ve yürocuklarımızla koklaşıp, sarılıp yağcıklarımıza ; tertemiz kilocuklarımızla musmutlu bir yaşamcık süreceğiz Şirin'ciğim, inşaalla, evelalla...İnanmadıysan şimdiden söyliyim, fesupanallaaaa! Yapıcaz dedikse yaparız biz! "Deliyiz/Gözü kara deliyiz/Yakarız, Roma'yı da yakarız biz" bilirsin! Hem erkekli-kızlı öğrenci evlerine de girmişsindir sen kesin! Kimbilir ne tapeler çıkar senin öğrencilikten, koyarım kucağına alırım aklını, ona göreee!  Sen yeter ki sorma bişey, sakın itiraz da etme bu söylediklerime! Pisleşirim, demedi deme! Ben düşünürüm tüm dombililer yerine, ne dedikse o, O KADARRR!!! :)

Iyyy, şakası bile ruh sağlığına zararlıymış ya bee(!)...

Yaa Şirin, ne yalan söyleyeyim, kimseye çaktırmıyorum ama, beni de azıcık sızlatıyor galiba bu 40 yaş hikayesi... Temmuz'a daha çok var, değil mi?!!

Avucumuzdaki Kelebeği ilk fırsatta edinecek ve okuyacağım benim tatlı kitap kurdum...

Arabuluculuk yazılı sınavından iyi bir puan aldığımı söylemiş miydim? Fakat, halen sözlü tarihi belli değil. Dolayısıyla yeni yazılının tarihi de... Yargının yürütmeye bağlanmamış son ipini de bağlamadan, bize tarih verecek kimse yok anlaşılan Şirin'ciğim... Her zamanki gibi sabırla ve duayla bekleyeceğiz... Dilerim güzel gezilerinize mani olacak bir tarihe denk gelmez. 

Özlemle ve sabırsızlıkla, Mösyö Asil'le yaşadığınız aşk dolu malikanenizi ziyaret edeceğimiz günü, yani önümüzdeki haftayı bekliyoruz Madam Şirin... Derin duygularımla...

11 Haziran 2016 Cumartesi

Şirin, 23.02.2014, 20.59

Merhabalar Sev'cim,
Çok zaman geçti. Gözlerimizi kapadık, yarın bugün oldu. Yazamadık, anlatamadık. Açıkcası son yazdığın mesajdan sonra benim cephemde ne oldu diye göz gezdirdim, pek mühim birşeye rastgelmedim. Yinede hatırlamak amacı ile şöyle 7 Ocak sonrasına bakalım:

1. Kol donması, nam-ı diğer "omuz pediartriti" rahatsızlığı yaşadım. Yaklaşık 3 hafta süren fizik tedavi süreci ile kolumu nihayet hareket ettirebiliyorum ve de geceleri nisbeten ağrı olmadan uyuyabiliyorum. Bu rahatsızlığın handikapı çok ağrı çekiyorsun ama sapa sağlam gözükmen itibariyle kimsecikler sana inanmıyor. Bu durum, acıdan ızdırap çeken insan evladını sinirlendirdiği gibi, beddua etmesine neden oluyor. "Kolun donsun inşallah" deyi deyi veriyorsun. 

Bu olaydan çıkardığımız sonuç; sağlık en mühim konudur ve önemsenmek kimi zaman ilaçtan daha etkili bir vasıtadır.

2. Neredeyse tüm yazışmalarımızın anakonusu olan "kilo" meselesini, bu defa halı altına süpürmek ve ısıtıp ısıtıp masaya koymak yerine işe "teknik" olarak bakmaya karar verdim. Öncelikle yürümenin spor olmadığına kendime inandırdım ve Cadedede power pilate yapmaya başladım. Haftada 3 gün; pazartesi, çarşamba ve cuma. Salı ve perşembe evime yakın bir spor salonunda işini severek yapan bir kadın ile zumba yapmaya başladım. 1 haftayı devirdim. Bir yerden başlamak lazımdı...

3. Spor hocası, Sporun tek başına yeterli olmayacağını söyledi, ölçüm sonuçlarını bana anlatırken kibarlıktan olsa gerek "Obeziz Şirin hanım" diyerek beni yüreklendirmek istedi. Bir yüreklendim pir yüreklendim, kendimi diyetisyene yönlendirdim. Şimdi verdiği listeye harfiyen uymaya çalışıyorum. Herşey yolunda gider ise  ayd 3-4 kilo verebilirmişim. Eh canıma minnet. Mayıs 20, Tanrılar yanımda olsun, 60 kiloyu tartıda göreyim. Fıstık gibi gireceğim 40 yaşıma inşallah, maşaallah...

4. 40 yaş sedromuna fena giriyorum Sev'ciğim. Haziran gelmeden tüm olumsuzlukları üzerimden atmak istiyorum. Sanki tüm olumsuzluklarda üzerime çullanan kilolar. Aslında olmadığını biliyorum, yalnızca bastırıyorum. Neyi mi? Ertelemeleri... Kendime süre verdim. Dört yıl sonra her şeyi bırakıp, başka şeyler yapmalıyım. Örneğin, çekerken fotoğraflarımı beğeniyorum ama sonra bakınca çok kötü olduğunu düşünüyorum. O halde iyi fotolar çekmek için bu konuda kendime fırsat vermeliyim. 

5. Ahmet Şerif İzgören'in kitaplarını okudum. Eğer fırsatın olur ise yarın "Avucumuzdaki kelebek" kitabını alıp okur musun? harika!

6. Kiloyu o kadar ciddiye aldım ki, 40 yaşımda ilk defa mutfak terazisi aldım. 

7. Arabuluculuk eğitimi aldım. Herhalde bu haftada sertifikımı da alırım. Tek dileğim mayıs ayında sınav olsun. Çünkü Asil ile çok yoğun bir gezme programımız var.

8. Özleştik Sev'ciğim...

10 Haziran 2016 Cuma

Sev, 07.01.2014, 20.37

Sevgili Dombili Şirin'ciğim;

Sana bu satırları, bu yılın grip salgını talihlilerinden biri olarak, günlerdir çakıldığım yataktan yazıyorum. Elaleme piyango çıkar yeni yılda, bendenizin payına düşen  sümüklü mendil! Çektiğim acıdan geçtim, en az iki kilo daha aldım yattığım yerde!  (Tanrım beni baştan yarat!)

Fakat bolca okumak ve dinlenmek fırsatını buldum, iyi yanından bakarsak. Bilhassa okumayı çok özlüyorum, biliyorsun. "Anne" olmadan evvelki yaşamımın rutini, artık adeta lüks kapsamında bir eylem benim için. Hani birkaç gün daha yatsam;  "kişilik bozukluklukları" üzerine tez yazmaya başlayıp, avukatlıktan hızla topuklamaya kalkabilirdim :)

Ölümü gösterip, sıtmaya razı etmek dedikleri tam da buymuş gibi görünüyor uzaktan bakınca, ne dersin? Oysa, ( bu sistemde ve bu dönemde )avukatlığı tartışabilirim belki ama, psikoloji tezinin sıtma olmadığını kendi adıma rahatlıkla söyleyebilirim.

"Insan psikolojisi" ve "sanatla" aramda kendimi bildim bileli flörtöz bir çekim ile fantezi yüklü bir tahrik arasında gidip gelen bir tür yakınlaşma olmuştur. Ne zaman incinsem, dağılsam, yorulsam bu saçmasapan sistemden; geceyarısı, sarhoş ve en histerik halimle dayandığım kapı ya psikoloji kitaplarınındır ya da sanatın... 

Tuhaf olan, küçük bir çocukken de, benzer bir biçimde insanların jest, mimik, ses tonu ve beden dili detaylarını izleyerek, hatta sezerek, söylediklerinden çok daha fazlasını duyabiliyor olmamdı. Bu durum göz önüne alındığında, çok huzurlu ve güzel bir ailenin parçası olmam, aslında en büyük şansım ve tek kurtuluşum olmuş denebilir.

Insanları anlamaya çalışmak; hazine sandığının kapağını aralayıp, mücevherlerin pırıltısının ufak bir yansımasıyla dahi gözlerin kamaşması gibi bir etki yaratıyor bende. Insanın görünmeyeni, görünenden öyle başka ki... Çoğu kez insanın bizatihi kendisinin dahi varlığından habersiz olduğu ne muhteşem bir dünya gizli, en derinlerde, ah... O dünyanın kapısından sızan tek ışık huzmesini dahi hissetmek, sezmek, anlamak öyle büyük bir haz ki benim için, anlatamam... Sanki hayatın sırrını bulmuşum gibi...Kendimi anlamışım gibi... Acıyı onarmışım, birine güvenmişim, bazen anlaşılmışım gibi... Çocuklarıma sarılmışım,  Tanrı'ya inanmışım gibi... Sevmişim, sevilmişim, aşktan yanmış, erimişim gibi...

Bu arada, Ilkbahar güncene bayıldım dombilim. Mest oldum yine okurken... Nasıl lezzetli bir mürekkebi var kaleminin... Nasıl endamlı bir ifadeyle dansediyor sözcükler anlatımınla... Tekrar tekrar okudum keyifle, defalarca...

Yazacak çok şey var daha ama, bu yılın talihlisi olmak kolay değilmiş Şirin'ciğim. Çekilecek ağrılar, silinecek sümükler, içilecek ilaçlar dizi dizi dizilmiş, beni bekler! 

Not:
O akşam seninle olmak benim için de çok güzeldi. (Güçlü'nün sana sevgisi hep ayrı olmuştur zaten)

Ben de seni çok seviyorum Şirin'ciğim. Sen çok özel birisin.

3 Haziran 2016 Cuma

Şirin, 22.12.2013, 14.36

Merhabalar dombilim, bir tanem,

Güçlü'nün çöllere gitmeden seni ısıtacak çözümü bulması, belki yüzyılın keşfi olmasa da birlikteliğinizin devamı için muazzam bir buluş olmuş. Bin kere, milyonlarca kere tebrik ediyorum kadim dostumu. Ne iyi etmiş de ellerini kavrayabilmiş.

Bana yazını 10 Aralık 2013 tarihinde göndermişsin. Onlarca yıl önce aynı tarihte ne yapmışım diye "ilkbaharın seyir güncesi"ne baktım. Bak neler yazmışım:

8 Aralık, İstanbul-Cumartesi, 96 gün geçti.

"Sensiz kaldığım geceler,
Hasretin bağrımı deler,
Neler çekerim neler"

Secaatin Tanyerli söylüyor. Ölmeyen tangolar... Gece, üzerine zımba gibi oturan siyah şıklığı ile kavalyesi olmaksızın kendi kendine dans ediyor.

Bu arada belden aşağı aşk hikayelerini de bitirdim.

"Derdinden bitiyorum,
Aşkından ölüyorum,
Seni çok seviyorum."

Dün yazamadım. Piyanist'i izledim, eve geç geldim. Hava çok soğuktu. Doksan kilometre hızla esen rüzgar, uçurabilirdi. Kağıttan uçaklar yapsam, ne şenlik olurdu kim bilir? Belki de bütün İstanbul havalanırdı. Neredeyse, şemsiyemin üzerindeki kırmızı üzeri mavi benekler bile sıyrılıp uçacaktı. Gökyüzü, arsız İstanbul'un çirkin yüzüne tükürüyordu. Ya biz... Islanan sıçanlar gibi her bir ağızdan "elhemdürullah" dedik.

"Sana nereden gönül verdim?
Ah keşke vermez olaydım.
Seni nerden gördüm?
Keşke görmez olaydım...
Seni nerden sevdim?
Sevmez olaydım..."

Çok uzun zamandır uğramıyordum ağlama duvarıma. Etrafında yabanıl otlar bitmiş. Bayramlarda kapı kapı dolaşıp, naylon poşetlere pembe akide şekeri kıvamında olumlu düşler toplardım. Üzüldüğümde, şekerleri sakladığım yerden  çıkarır, sıkı sıkı düğümlediğim poşeti dişimle, elimle, tüm gücümle açmaya çalışır, yüzüm gökyüzüne yürüsün diye elimi daldırıp bir iki tane şekeri ağzıma atardım. Geçen gün elim boşta kaldı, boş poşetin suniliğine takıldı. Olumlu düşleri tüketmişim. İşte bu yüzden çok uzun zaman sonra yolum ağlama duvarıma düştü. Yüzümü duvara yapıştırdım, tuzlu göz suyum yüzümü yaladı. Canım sıkılıyor. Otları temizlemeli miyim? Elimi, yüzümü çizdiler.

"Ayrılık belki ölümden beter,
Çektiğim bu acı bana yeter.
Allahım bu dert ne zaman biter?
Taş olsa ağlardı gelirdi dile.
Yetmez mi çektiğim çile"

"Neden sanki öyle dudak büküyorsun?
Yoksa açık söyle hiç mi sevmiyorsun?"

Yüz bir nedeni okumasam, bana bakışlarını görmesem, senin gerçek olduğunu bilmesem, daha kolay sorardım "benim gibi biriyle neden birlikte olmak istiyor?" diye. Şöyle alıcı bir gözle baktım da, o kadar güzel kız(lar) var ki! Vitrin camlarına yansıyan silik sulietimi, sıcak nefesimle hohlayarak buğulaştırmak ve dirseğimle silmek istedim. Güzelleyemiyorsam kendimi, elimin tersiyle silerim!  Bacaklarımı öperken ne kadar kötü hissediyorum, erimek istiyorum. Bu kalın bacakları seviyor olamazsın! Hep karanlık olsun sevişirken! Belki de günün gözü açıkken sevişemememin nedeni, açık pencere, devamlı havalanan tül perde değildir?... Sanırım hep dolgun balık etli olacağım. Parlak bir cildim yok. Pürüzsüz mermerlerden kadın heykeli yapıyor düşümdeki adam ama etrafa sıçrayan mermer parçaları pervasızca pürüz bırakıyor bende. Okşarken dokunuşlarına takılanlardan elini sallasanda kurtulamayabilirsin. Oysa ki senin için güzel olmayı ne çok istiyorum!

"Çok ağladım,
Çok inledim,
Günlerce ben hep dinledim.

Seni nasıl unutmalı?
Bu sevgiyi uyutmalı"

Ölmeyen tangolar birbirine ulaşmaya çalışan, acı çeken aşıkların söyledikleri ile dolu. Aşk acı mı? Böyle de sorulmaz ki lahmacun siparişini teyit eden bir sualmiş gibi. Acılı, acısız... Hop usta çek ordan iki acısız beş acılı sevda! Tatlı aşk olmaz mı? Tatsız tuzsuz olmasın da gerisi mühim değil. Aşkolsun! Olsun olsun, olduralım.

Seni seviyorum.

diye bitirmişim. Şimdi okuduğumda bu yazıyı yazmama neden olan duygunun "özlem" olduğunu düşünüyorum. Zaman geçiyor, duygularımızda mevsim geçişleri gibi değişiyor. Düşüncelerimiz hep baharda dursun, her daim yazın sıcaklığı gibi kavrasın bizi.


Hamiş:

1) Dün akşam seni ve Güçlüa'yü gördüğüme o kadar sevindim ki.
2) Seninle dedikodu yapmakta çok hoşuma gidiyor.
3) Yıl sonu geliyor. Her yıl yılın muhakemesini yaparım. Muhakemeni bekliyorum. Ben sana  iletiyor olacağım.
4) Seni hakikaten çok seviyorum.

29 Mayıs 2016 Pazar

Sev, 10.12.2013, 22.55

Sevgili Şirin'ciğim,
Geldi geliyor derken, kış geldi çattı nihayet kapımıza... 

Murathan Mungan'ın "Yalnız Bir Opera"sı dönüp durdu gün boyu zihnimde, nedense. Ah bu şairlerin dizeleri yok mu, bir müzik bir de onlar benim en zayıf yerim...
"....
Kış başlıyor sevgilim
Hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor
Bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan
Oysa yapacak ne çok şey vardı
Ve ne kadar az zaman
Kış başlıyor sevgilim
İyi bak kendine
Gözlerindeki usul şefkati
Teslim etme kimseye, hiçbir şeye
Upuzun bir kış başlıyor sevgilim
Ayrılığımızın kışı başlıyor
Giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime."

Hakikaten bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan, oysa yapacak ne çok şey vardı ve ne kadar az zaman... Hakikaten...

Ben mevsimlerin insan psikolojisi ve eğilimleri üzerindeki etkilerini kuvvetle muhtemel bulanlardanım Şirin'ciğim. Sonbaharın hüznüne, kışın yorucu tahammülsüzlüğüne, ilkbaharın kıpırtılı kavak yellerine ve yazın hafifmeşrep boşvermişliğine yıllar var ki tanığım.

Tuhaf aslında ama...Tıpkı hayat gibi, mevsimler de zıddıyla var olabilir ancak ve ancak öyle güzeldir, bilirim. Yaz olmazsa kışı nereden biliriz, gece olmazsa gündüzü nereden? Acı olmadan sevinç ne ki, kötü olmadan iyi ne? Derin mevzular, derin...

Biliyor musun, kışları çok üşürüm ben. Ama öyle böyle üşümek değil Şirin! Donarım! Ellerim, ayaklarım buz tutar, "sokulacak yer arayan küçücük bir kediye dönerim kışları" sokak ortasında 😊 Beni görmelisin, zırt pırt kayar düşerim! Üstelik düşünce de kendime çok gülerim, gülmekten kalkamam uzun zaman ayağa 😊 Sonra olur olmaz aklıma gelir düşüşlerim, kendi kendime sokaklarda sırıtan bir meczuba dönerim kışın sık sık sokaklarda, vapurlarda, mahkeme salonlarında 😊 Ve çok az insanın bildiği bir özelliğim daha vardır ki; Güçlü bu yanımı keşfinin, zaferi kazandığı an olduğu inancındadır-  ellerim ısınırsa, hızla tüm vücudum ısınır benim... Yani yolda birinin koluna girmek, elini tutmak gibi destekler, soğukla mücadelede en etkili tekniğimdir! Asil takılır bana bazen: " Ankara kışı sağolsun, onun sayesinde tavladım ben seni" diye 😊  "Dikkat et Sev, düşmeyesin, koluma gir istersen" " Sev yollar çok kaygan, koluma gir, ısınırsın hem biraz" "Montumu ister misin, çok titriyorsun, ben üşümüyorum ki zaten" taktiği bir Ankara Üniversiteli klasiği midir bilmem ama, Güçlü'de işe yaradığına şüphe yok, değil mi?

28 Mayıs 2016 Cumartesi

Şirin, 10 Kasım 2013

Sevgili Sev'ciğim,

Güçlü'ye kavuşmak için, Ankara'dan İstanbul'a yaptığın yolculuk, üniversiteden arkadaşım Murat'ın sevgilisini memleketine yolcu ederken yazdığı şiiri anımsattı;

Tekerleğin Kahrolası İcadı

Sana el sallarken kurudu avcumda elinin teri,
Şimdi şehrin ışıkları geçiyor gözlerinden biliyorum.
Bir de otobüsün camından yansıyan yüzünün resmi...
İlk su istenecek biraz sonra muavinden,
Ve bir çocuk soracak annesine:
"Anne burası neresi?",
Şoförse çoktan yakmış sigarasını,
İçinde uzun yolun stresi.
Sen de iki elinde tutma bu kağıdı,
Birini yanağına koy benim için.
Daha şimdiden özledim seni...

Hasret ile görme isteği insanı bazen mutsuz etse de, senin belittiğin gibi içinde vahşi bir tadı da saklıyor. Bugün "Atamız"ın 75. ölüm yıldönümünde, ona saygı için sahilde oluşturmaya çalıştığımız sevgi zincirinde, aslında zemberiği boşalmış vahşi bir özlem vardı. El ele tutuştuğumuz kişilerin cinsiyeti hiç önemli değildi. Önemli olan yokluğuna duyduğumuz acının tarifsiz kokusunu burnumuzun taaa direğinde hissetmemizdi. Kendimizi alkışlıyorum!

16 Mayıs 2016 Pazartesi

Sev, 09 Kasım 2013, 23:24

Sev, 09 Kasım 2013, 23:24

Merhaba Sevgili Şirin'ciğim,

Hani "Ayrılmanın da vahşi bir tadı var" der ya şair, o tadı yaşattı kilometrelerce öteden, kanatsız uçarken yazdıkların bana adeta. "Gitmeleri" özlediğimi anımsattı, "dönmeleri" bir de yana yana... 

Yıllar evvel, Güçlü ile henüz evlenmemişken; fakat o İstanbul'da ben Ankara'da bir sevdayı büyütmeye çoktan karar vermişken, bir gece bir otobüse atlayıp, sabahı özlemin şehrinde karşılamanın hazzını anımsattı söylediklerin. Ne hazdı ama! Sanki "varmaktan" öte "varmayı düşlemenin", karanlık yolların uzayıp giden şeridinde, kafan bir otobüs camının sessizliğinde, ruhun kimbilir hangi geçmemiş acının, hangi gelecek sevincin, hangi gecenin kör vaktinin, sabahın hangi alacasının romantik serinliğinde içinde gezinip duran o derin haz! Anımsadım birden ve özledim. Bir şehre gitmek için en az haftalar öncesinden ince ince planlar yapması gereken bir kadınım artık. Fakat ne tuhaf, içimde hala gece yolculuklarına çıldıran bir romantik, dilimde hala o vahşi hazzın lezzeti yerli yerinde! 

Ben Arabuluculuk Eğitimi'ne başladım Şirin'ciğim. Aslında bir oda dolusu avukatla, hafta sonumun tamamını, sabahtan akşama dek birarada geçirme fikri ne yalan söyleyeyim ilk anda çok iticiydi benim için. Fakat eğitim o kadar beni tanımlayan, çeken, tahrik eden içerikte bir eğitimdi ki, bir ay bir oda dolusu avukatla bir odaya tıkılmaya katlanabilirdim! Fakat o da ne! Ikinci  hafta, bir oda dolusu avukat, eğitimle eş oranda çekim sebebi olmuştu benim için, artık bayılarak tıkıldığım o odada :)

Anladım ki ; zorlayıcı meslek koşulları ve kazanıp- kaybetme denklemi üzerinden en ağır surette yaşadığımız savaşı bir yana bıraktığımız ve adliye koridorları dışında, cübbemizi askıya asıp, gerçek benliklerimizi üzerimize giyip, birbirimizin gözüne bakarak, en güzel süsümüz"insan oluşumuzu" yanımıza katarak bir araya geldiğimizde ne çok benziyormuş gülüşlerimiz! Yaşlısı genci, kadını erkeği, incesi kalını ne çok benziyormuş kanayan yerlerimiz! 

Kilolar hususuna gelince, artık bir diyetisyenle çalışmanın şart olduğuna ikna oldum Şirin'ciğim. Olağanüstü bir diyetisyenim var artık benim. Yalnız bir sorun var ki, "onun derdi hiç kusura bakamayacakmışım ama, kilolarım değilmiş, yanlış beslenme biçimimmiş!" Haydaaa, çattık arkadaş! Yıllar sonra sen zor bela karar ver, diyetisyene git, kiloların onun derdi olmasın!... Demiştim ilk başta :) Erken karar vermişim :) Hastalıklar ve yanlış beslenme arasındaki ilişki hakkında dinlediğim nutuk ve yediğim hemen herşeyin kansere davetiye çıkaran özellikleri hakkındaki azarımı yedikten sonra, şaşkın, çökkün bir halde çıktığım muayenehaneye, bir hafta sonra döndüğümde öyle mutluydum ki... Hiç acıkmadan, hiç zorlanmadan bir hafta geçirmiş ve bir kilo vermiştim. Şimdi aynı şekilde devam ediyorum. Ömrümde hiç yemediğim kadar yoğurt yiyor, süt içiyorum. Meyvemi sebzemi hiç olmadığı kadar keyifle tüketiyorum. Üstelik " henüz bence tamamen gaza gelme psikolojisi olsa gerek ama " şimdiden kendimi daha sağlıklı hissediyorum. Fakat hızlı kilo vermek konusunda ısrar etmememi,  edersem alacağım şeyin affedersin üçün biri olacağını da münasip bir dille ilettiler kendileri bana!:) Benim cephede kilo hususunda çok yavaş; sağlıklı ve doğru beslenmeyi yaşam biçimime oturtma hususunda ise devrimsel nitelikte köklü değişiklikler var anlayacağın Şirin'ciğim. 

Bilmem ki sen de bir diyetisyene mi başlasan? Gerçi benden çok daha sağlıklı beslenirsin sen biliyorum ama, ikinci bir gözün ve denetim mekanizmasının zaman zaman mucizeler yarattığı da deneyimlediğim bir gerçek...

Bu arada kendine mukayyet ol şekerim, bakma öyle elalemin dötüne başına :))) Ne demiş ünlü Türk düşünür Baattin ; bakma milletin dötüne başına, sonunda takarlar pıçaaa!

14 Mayıs 2016 Cumartesi

Şirin, 08 kasım 2013, 01:01

Merhaba Sev'ciğim,

Kanatlarım olmaksızın İzmir'e uçarken yazıyorum. Pamuk şekeri kıvamındaki bulutların üzerindeyiz. Az evvel, henüz pisteyken çok hüzünlü bir hava vardı. Gökyüzünün yüzü asık, çehresi ıslaktı ama şimdi bulutların üzerinde, kıyafetimin siyahlığına vuran yakıcı güneş çok hoşuma gitti doğrusu. Göbeğim ısındı. Bu sıcaklık güzel şeyler düşlememi sağladı. Bir bahçe, kesif ıhlamur ve iğde kokusu, Mozart'ın neşeli eserlerinden birinin hoparlörden değil de içimden açığa vuruşu, tüm kötü düşünceler benden alarga, ohhh var mı bundan güzel rüya:)

Salı günü sana anlattığım gibi, emeklilik için gerekli olan süreyi beklemek beni çok yoracak. Bu bağlamda belki de yukarıda anlattığım rüyayı gerçekleştirmek için bir şeyler yapmalıyım; ama ne? Hükümetimizin yıkıcı, emekçileri emek vermekten alıkoyan, işlerini elinden alan politikası olmasaydı; yani Asil'in şirket projesi iptal edilmeseydi, daha rahat işe gidecek ve bu nedenle ben de daha cesur olup farklı bir şeyler yapabilecektim. Uygulanan politika çoğu insanın hayatını değiştiriyor. Projenin iptal edilme nedenlerinden biri "kamu yararı"ymış. Bu proje için işe alınan ve gerçekleşmediği için işten çıkarılan işçilerin faydası acaba nedir? Bu durum can sıkıcı... Bununla birlikte bu duruma takılmak beni sıkıştırır. Bir şeyler yapmalıyım ama ne?

Bi'şey yapamayacağım diye bazen o denli korkuyorum ki... Aslında biraz etkende kilo verememek diye düşünüyorum. O denli uğraşmama rağmen kilo veremedim. Yıllarca uzağında durduğum yetmiş ve üzeri kilolarda seyir ediyorum. Ne denli dikkat etsemde bir dirhem kilo veremedim. Sanki yedi kilo versem her şeyi başarırmışım gibi hissediyorum. Çok yürümeye başlamış olmama ve çok özenli yemek yememe rağmen veremeyişim nedendir bilemiyorum. Acaba ben bilmeden geceleri yemek mi yiyorum?😊

Yolda yürürken onun götüne, bunun boyuna, şunun beline bakarak mukayese yapıyorum. "Bu kadar var mıyım" diyorum. "Varsın ulen, götün daha kocaman" diyor bir yanım, öte yanım kendime kıyamıyor; " yok canım, gayet iyisin" diyor. Ah anam, vah anam gençken beğenmediğim canım kilolarımı şimdi ne çok arıyorum biliyor musun? Estetik kaygım var ama daha çok sıkıntı ettiğim inan sağlık.

Sev'cim, bi'şey yapmam lazım ama ne?