15 Temmuz 2016 Cuma

Şirin , 28 Kasım 2015, Cumartesi

Merhabalar benim güzel arkadaşım,

Hemen yazarım diye düşünüyordum ama araya epey fasıla girmiş. Yarı açık tam kapanmamış bu hali, bugün ardına kadar açmak istiyorum. Niyet ettim Allah rızası için açıl susam açıl diyorum. 

Bana gönderdiğin yazıda dikkatimi çeken sorulardı. O hale sorular ile başlayayım. Niçin soru sormaktan çekiniyoruz? Yoksa soru sormayı mı bilmiyoruz? Aslında bizi korkutan "sormak" eyleminin yüklediği sorumluluk mu, yoksa "soru"nun cevabı mı? Benim nazarımda her ikiside aynı müşkülde. Bahaneler uyduruyorum kendime. "Şimdi soru soracağımda ne olacak? Yoracağım kendimi" diye. Aslında bu müşkülpesentlikten bir sıyrılsam, kilitlediğim tüm kapılar bir bir açılacak.  İçimdeki binbir odalı sırça köşkümdeki, yetmiş beş karelik (sanırım brüt) odamda sıkışıp kalmayacağım. Aldığım her bir cevap beni geçmişten kurtarıp, bugüne yaklaştıracak. O halde sorumluluğu alıyorum ve soruyorum: Ne istiyorum?

İstediğim aslında, bazı soruları bilmek. Öyle cevapları var ki bu soruların, bu nedenle yanıtlarını bilmektense, beni sarsacak, harekete geçirecek soruları bilmek istiyorum. Neyi istiyorum?

Çokça mutluluk istiyorum. Mutluluğu erdemli yaşamak olarak tanımlarsam: Gülümsemek, gerçek bir gülümsemeyi karşılamak, sağlıklı olmak, kararında yemek, güzelleşmek için içmek, çokça yürümek, bilgimle insanlara yardım etmek, bilmek için okumak, insanları insanca yaşamaya cesaretlendirmek, müzik dinlemek, estetik bir gözle evrene bakmak, dünyayı gezmek, gördüklerimi yazmak, dünyaya iz bırakmak... 

Yukarıdaki istekler tanıdık gelmiştir. Ortalama bir insanın isteyebileceği, hayatın olağan akışına uygun bir yaşam... Şimdi erdemli yaşamıyor muyum? Hayır yaşamıyorum. İşe gidiş gelişimde harcadığım üç saati düşünürsek çok mümkün değil. Sıkış tıkış bir ömür. Buna bİr dur deme Vakti geldi diye düşündüğümüzden, üçüncü kez Ege'ye gittik. Köy içinde bir yer beğendik. Henüz sürülmüş toprağın üzerine milyonlarca hayal yerleştirdik. Üzerine hayal ektiğimiz toprağın bizim olması için dualarımızı ettik, şehri İstanbul'a geri döndük. 

Sana en son yazdığımda Ankara Katliamı olmuştu. Şimdi Paris kan ağladı, yüzlerce insan öldü. G20 gerçekleşti, aile fotoğrafı çekildi. Sahne gülüşleri, donuk tebessümler derken, sınırların geçilmesi, uçak düşmesi, telefonlara çıkılmaması, doğal gazın kesilme ihtimali, Can ve Erdem'in mahpusla imtihanı, tırın içindekiler, silahtı, ilaçtı derken... erdemli yaşamak şöyle dursun, ölmeden sağ kalmak aklımıza mukayyet olmak erdem oldu. 

Bu arada araya TEOG girdi. Terör örgütü olduğunu düşündüğüm bu kısaltma, meğer ebeveynlerin mücadele ettiği gerçek bir teşkilatmış. "Temel Egoları Ortasından Göçertme" birliği, üç insan evladını (ana, baba, kız/oğul) gerçekten hem parasal, hem zamansal hem de zihinsel çökertiyor ve sistem bunu öyle ustaca organize ediyor ki, sistematikleri bozulan bu üçlü, dayatılan zorluğu içselleştiriyor. TEOG anneleri olan arkadaşlarımı göremez oldum. Bir an önce bu örgütün pençelerinden kurtulmaları ve kente, yaşama inmelerini diliyorum.

Hayat bir armağan ve ben ondan kolay kolay ayrılmayacağım. Armağanlarımızı daha da süslemek dileği ile bana yaz:)