5 Mart 2017 Pazar

TAYLAND 8, AYUTTHAYA


“Uyuuuu” fısıltısıyla, rüya aleminin en derinliklerinde çok güzel bir uyku çektikten sonra Tayland’ın eski başkenti Ayuttha’ya gitmek için uyandık. Kahvaltımızı yaptıktan sonra, yine kırk numaralı otobüsümüze bindik. Sabah olduğundan olsa gerek ayakta kalmadık. Şehrin sabah mahmurluğunu otobüsün açık penceresine kolunuzu dayayarak izlemek şahaneydi. Rengarenk taksiler, slalom yapan tuk tuklar, bisikletler, motorsikletler… Hemen başımızın üzerinde bir sağa bir sola dönen vantilatörün değişmeyen ritmi ve gördüklerimiz bir film sahnesinin içindeymiş izlenimi veriyordu. Yarım saatlik bir yolculuktan sonra istasyona ulaştık. Tren ulaşımının büyük bir çoğunluğunu yapan 1916’da hizmete açılan Hua Lamphong Tren İstasyonu’nda sabah içtiması vardı. Ben onları çaktırmadan fotoğraflamaya çalışırken bizimkiler biletimizi almışlardı.

Saat 9.30 olmasına rağmen 9.25 trenine binmek için hızla koşmaya başladık ve yetiştik de. Tren çok kalabalıktı. Üç kişilik oturaklarda iki kişi oturan yolcuların yanına, yüzümüzdeki minicik mağdur tebessümlerimizle sığınmacılar gibi yanaştık. Bazılarından karşılık aldık, bazılarının bozulmuş yüzleri ile karşılaştık ama yerleştik. Bilette varış 11.27 yazdığına göre iki saatlik yolumuz vardı ve oturma izni almaktan başka çaremiz yoktu. Trene yetişmesine yetişmiştik de onun bir yere yetişme telaşı hiç yoktu. Bekledikçe akrep yelkovanı daha yavaş kovalıyor, beklerken yine tecrübe ettik. Saat 10. 10 geçerken artık oturacak yer ve nefes alacağımız hava kalmamıştı. Onu yirmi geçerken tren bir yekindi kalkamadı, sonra toparladı kendini öne doğru attı. “ha gayret bir gayret” diye diye kendini motive etti ve yola koyuldu. İçimden tek kelime yankılandı “nihayet!”

Trenimiz Bangkok’un tüm istasyonlarına uğradığı için seksen kilometrelik yolculuğumuzun iki saatten fazla süreceğini düşündüm. Bu arada biletimiz üçüncü sınıf ve 15 Bahtı. Yani 1,5 TL’ye yolculuk ettik. Belki de bu konuya dikkat etmek lazım. Trenle yapacağınız yolculuklarda trenin hızlı olup olmadığını sormalısınız.

Trenin içi bir dünya. Bi’dünyada neler görmedik ki…Karşılıklı oturan kişilerin arasına, ara istasyonlardan binen ayakta yolcular, karmaşanın içinde bir şeyler satmaya çalışan satıcılar, öğleye doğru vagonun içine dolan yakıcı güneş, oranıza buranıza çarpan çantalar, yemek ve nem kokusu, anlamadığımız değişik tınılı dilin dile gelmesi, havada uçuşan anlaşılmaz kelimeler ve nihayet ulaştığımız Ayutthaya!

Düzinelerce yapı bulunan Ayuttha’yı bir günde gezmek mümkün olmayacağı için “Hoş bulduk eski başkent” dedik ve hemen bir tuk tuk aradık. Bizi gezdirecek olan tuk tukun şoförü genç bir kızdı. Juli ile tüm gün için 800 BHT’ye anlaştık. Dört kişi için oldukça uygun bir fiyat diye düşündük ve başladık gezmeye.

13. Yüzyılda kurulan ve1991 yılında UNESCO Dünya Mirası listesine girmiş bu antik kenti gezmeye büyük bir heyecanla başladım. Dört yüz yıl çok görkemli günler geçirmiş bu kent, Burmalılarca işgal edilerek, yakıp yıkılıp talan edilmiş. Kentin epey hırpalandığını yanık izlerini görünce anlayabiliyorsunuz. Bir dünyalının bir başka dünyalıya zulmü hiçbir dönem bitmemiş. Meyve veren ağaç taşlanır misali 1700 yıllarda nüfusu bir milyona ulaşan ve Asya’nın ticaret merkezi haline gelen bu kent göze gelmiş, istila edilmiş. Sonra başkent sınırlarını Bangkok yakınlarına taşımış ama hep eski güzel günlerini iç geçirerek anmış.

Nehirler ve kazılan kanallarla bir ada halini almış Ayutthaya’da onlarca Budist tapınağı var. Wat Phra Mahathat Tapınağı’ndaki Buda kafası en çok fotoğraflanan yer. Ağaç kökleri arasında kalan Buda kafası, aklınızın en güzel köşesinde yerini alıyor. Ağaçta çok güçlü bir ruhun yaşadığına inanılıyor ki, köklerin içinde beliren kafa bunun bir kanıtı sanki.

Wat Phra Si Sanphet Tapınağı, başkentin en büyük tapınak kompleksiymiş. İştihamlı üç kulesi ile bizi selamlardılar. En hoşuma giden Wat Lokayasutharam Tapınağı oldu. Budanın öldükten sonra Nirvana’ya geçişini canlandırdığı Uzanan Buda heykeli şahaneydi. Lotus çiçeklerine başını yaslayıp eşsiz gülümsemesi ile yatan Buda’ya bayıldım. “Yattım uzandım lotusların üzerine keyfim yerimde” diyen heykele göz kırptım, anladık birbirimizi.

Nehrin kıyısındaki tapınağı gezdikten sonra aklım lotus çiçeğin verdiği huzurda tıngır mıngır döndük Bangkok’a. Yarın kim bilir neler görecek bu gözler diye düşünürken tıngır mıngır uykuya daldım uzanan Budayla…

 

Bayankuşbakışı Tespitler:

1.     Yollarda seyyahlar ile karşılamak çok güzel. Hele hele bir de Türk gezginler ile karşılaşmak şahane. Hemen hemen tamamı Taylandlı olan yolculardan oluşan trende Baykuş gitti Orhan isimli bir gezginin yanına oturdu. Yürüyerek dünyayı gezecekmiş. Dört yıl sürmesini planladığı yolculuğunda hep yolu açık olsun. “evimyollar.com” isimli bloğundan takip edebilirsiniz.

2.     Ayutthaya’ya iner inmez ilk önce dönüş biletimizi aldık ama alırken “hızlı mı” diye sorduk. Nispeten daha konforlu koltukları olan trenle yine tıngır mıngır döndük Bangkok’a. Beklentileri düşürürseniz her zaman mutlu olursunuz.

3.     Tayland’da tüm erkekler, hayatlarında en az bir kere rahip, yani “monk” oluyormuş. Gerçekten monk olmak büyük bir itibar nedeniymiş. Monk olmadan önceki gece rahip adayı yakınları yemeğe davet ediyor ama kendisi yemek yemiyormuş. Ertesi gün tapınağa giderek, saçını kazıtıp, giriş gelenekleri tamamlayarak iki üç rahiplik yapıyormuş. Kavuniçi renkli rahip kıyafetlerini giyerek halkın kendilerine verdikleri yiyecekleri kabul ediyorlarmış.

4.     Ayuttahaya’daki tuk tukların ön aksamı Star Wars, Dart Vader askerlerine benzetilmiş. Galaktik İmparatorluğu’ndan fırlamış araçlarla geziyorsunuz beş yüz yıllık antik kenti.

5.     Lotus çiçeği, zihnin duruluğunu ve ruhun saflığını temsil ediyor. Budizm ve Hinduizm’de mükemmelliğin somut sembolü olarak kullanılıyor.

25 Şubat 2017 Cumartesi

TAYLAND 7, MELEKLER ŞEHRİ BANGKOK

Tayland'ın başkenti Bangkok, uçan trenleri, kalabalık trafiği, yüzünüzü yalayan ıslak nefesi, şaşırtan kokusu ile sizi karmaşaya hemen hazırlıyor. 
İlk önce kokusundan başlayayım. Bangkok'un kokusu: okul önlüğü ütülendiğinde, yıkanmasına rağmen yapış yapış nem kokar ya işte biraz ütülenmiş kara örnük; dere kenarındaki taşın altında yaşam bulmaya çalışan yosun; sıkmayı unuttuğumuz ıslak bez parçası; antik zamanlardan kalma bir kitap; bolca sarmısak, zencefil; bir tutam keşmekeş; lağım akan dere, ara sıra limon kolonyası...
İşte bu karmaşık kokunun eşliğinde havaalanından metro ile Bangkok'un merkezine gittik. Bir taxi ile anlaşarak (başkentin taksi şoförleri taksi metre açmak yerine pazarlığı tercih ediyorlar) otelimizin olduğu Pin Klao bölgesine ulaştık. Otelimize yerleştiğimizde saat ilerlemiş olduğundan vakit kaybetmeden kendimizi dışarı attık.
İstanbul’da kar yağarken, Bangkok bizi sıcağı ve karmaşası ile kocaman kucakladı. Kırk yıllık başkentliymişçesine hemen 40 numaralı otobüse atladık. Poyraz’ı gören yaşlısı genci, hemen yer vermek için yeltendi. Bu ülkede çocukları çok seviyorlar. Batılı çocuk da onlara sanırım çok farklı geliyor ki yüzlerinden düşmeyen kocaman bir tebessüm ile izliyorlar. Bilet kesen kadınlar biraz asabi gözükse de dilimizi anlamasa da yardımcı oldular ve bizi “China Town”a bıraktılar.
Gördüğüm en renkli Çin Mahallesi’ne geldik. Çin yeni yılı kutlandığı için her yer kırmızı süslerle donatılmıştı. Bir rüyanın içine fırlatmışlar da kırmızı bir nehrin içine düşmüş balıklar gibi alık alık ama daha çok merakla baktık etrafımıza. Ejderha süsleri satanlar, yemeklerin çığırtkanlığını yapanlar, tuk tuk ile bir yere yetişmeye çalışanlar, kalabalıktan olduğu yerde kalan arabalar, kırmızı giymiş güzel kadınlar, kendini zamana ve ana bırakmış Batılı insanlar, çekik gözlüler, eşek gözlüler, gülenler, neşeli harfler, gırtlaktan çıkan sesler, farklı diller…Beden yorulmasa akıl kal diyor ama dinlenmek için geldiğimiz yoldan kırk numaraya binerek gerisin geri otele döndük.
Bangkok, Tai dilinde "Krungthep", yani "Meleklerin Şehri" olarak biliniyormuş. Henüz tanışmış olsak da ben naçizane yeni bir isim veriyorum kendilerine: "Tezatlar Şehri" diye. Zengin-fakir, güzel-çirkin, tatlı-acı, sessiz-gürültülü, yeşil-gri, büyük-küçük, temiz-pis, cüretkar-muhafazakar, asabi-müsekkin, komik-esprili, azgın-müsekkin…Başıma yastığıma koyduğumda müsekkin yanı başımı okşadı. “yarın Ayyuthaya gidiyoruz, uyu uyu uuuuu” diye fısıldadı.
Bayankuşbakışı Tespitler:
  1. 28 Ocak 2017 tarihinde, en önemli Çin tatili, Çin Yeni Yılı kutlanmaktadır. Yeni Yıl başlangıcı 21 Ocak ve 21 Şubat arasında yeni aya düşüyor. Özellikle Doğu Asya'da Çin Yeni Yılı kutlandığı gibi, aynı zamanda dünya çapında da Çin nüfusunun büyük oldugu yerlerde de kutlanmalar yapılmaktadır. İşte bizde bugün kutlamalara ortak olan Taylandlıların sabah sabah patlattıkları havai fişek sesleri ile uyandık.
  2. Bangkok'u gezmek için taksi, tuk tuk, otobüs, metro, gök-tren kullanabilirsiniz. Taximetreyi açtırmanızı öneririm. Pazarlık yapmanızdan daha ucuza geleceğini tecrübe edip öğrendik.
  3. Bangkok'ta otobüste bilet kesenlerin hepsi kadın. Otobüsün içinde para ödeyerek bilet alabiliyorsunuz. 
  4. Vantilatörlü otobüsler 9 BHT; klimalı otobüsler ise 15 BHT… Teknik donanıma göre değişen bu durumda değişmeyen tek şey otobüslerin çok çok eski olmasıydı.
  5. Metroya binmek için yolcular sağlı sollu bir çizginin arkasında inenleri medeni bir şekilde sakince bekliyor, inen kalmayınca efendi bir şekilde biniyorlar. “Yarab bize de nasip et!”
  6. Ben Kral'ın yerinde olsaydım, ilk icraatım naylon torbaları yasaklamak olurdu. Kolayı dahi poşetlere koyup, pipetle hüpletebiliyorlar.   İşin kötü yanı her türlü yiyecek, içecek için naylon poşet kullandıklarından ister istemez her yer muazzam atıkla dolu.
  7. Taylandlılar maaile motorsiklet ile yolculuk ediyorlar. Misal önde en küçük çocuk, arkada anne yahut baba ve en arkada büyük çocuk. Kesinlikle kask takmıyorlar.
  8. Viyadükler... çift katlı, tek katlı, ince, uzun, yüksek, alçak, kaba, saba, bitmiş, bitmemiş, bitirilememiş, gri, karanlık, hantal, sıkıcı viyadükler... 
  9. Bangkok’un Tayland dilinde resmi ismi 166 harften oluşan "Krung Thep Mahanakhon Amon Rattanakosin Mahinthara Yuthaya Mahadilok Phop Noppharat Ratchathani Burirom Udomratchaniwet Mahasathan Amon Piman Awatan Sathit Sakkathattiya Witsanukam Prasit"tir. Bu ad aynı zamanda Dünya'nın en uzun yer adıdır.
  10. Herkesin söylediği “ben orada yemek yiyemem” oluyor. O kadar farklı şeyler var ki. Merak bile size her şeyi yedirir. Hadi meraklı yanınızı dizginlemeye başardınız varsayalım, merak etmeyin pirinç pilavı, tavuk sizi doyurur. Hem de çok lezzetli tavuk yiyeceğinize sözveriyorum.

15 Şubat 2017 Çarşamba

Sev, 26 Ocak 2017, 10.26

Merhaba Sevgili Şirinciğim,


Uzun zaman oldu yazışmayalı...Aradan mevsimler geçti, dünün "doğruları" bugünün "yanlışına" geçti. Baş döndürücü bir hızla, kimler geldi kimler geçti... Dün ölümler vardı, bugün insan yanımızdan bir parça daha eksildi, güldük, geçti.


Yorgun bir öfkeyle yüklü insanları, izliyorum artık sadece. "Kendi hoşuna gitmeyeni başkasına ikram etme" demişti  bir Bilge. Oysa şimdilerde herkes yemeyeceği tabağı "başı dik, içi rahat" iteliyor diğerinin önüne.


Tuhaf ölçüde çok haklı herkes. Çok "durumun farkında". Çok ahlaklı. Çok iyiniyetli. Diğerleri kötü, hain, ahlaksız... Siyah ve beyazın ülkesiyiz sanki şimdilerde.  Gökyüzü sadece siyah ve beyaz. Renkler sustu çoktan, renksiz bir coğrafyada sinsi kahkahalar ve öfkeli konuşmalar çalınıyor kulaklarımıza sadece. Sanki öfkeden başka hiçbir şey bırakmıyoruz geleceğe...


Midemiz bulanıyor ama kusup rahatlayamıyoruz bir türlü! Söylüyoruz olmuyor, susuyoruz yetmiyor...Kardeşimiz duymuyor eloğlu duyuyor" sanki içimizin acısını artık. Kardeşimiz kafa buluyor tüm hassasiyetlerimizle. Ortak değerlerimiz eriyip giderken, gerçek sebepler ve sonuçlar üzerinde düşünecek vakit yok. Yaşamımızı ve emek verdiklerimizi ayakta tutmaya çalışmaktan yorgunuz, çok... Tam da istendiği gibi! Çalışan, tüketen, konfora bağımlı kılınan yaratıklara dönüştük göz açıp kapayana dek.


Başlangıcını anımsıyoruz bu sürecin de, nasıl bu kadar hızlı dönüştüğümüzü hiç anlayamadık sanırım. Tükürüğündeki enzimle uyuşturup, biz uyurken bir yerlerimizi kemiren vahşi hayvanlar gibi tüketti sistem ruhumuzu, acıyı hissetmedik uyanana dek... Farkettik kimilerimiz ama yetmedi sesimiz bağırarak konuşanların, oyunu hileli oynayanların sesini bastırmaya. Birileri bize sürekli anlatıyor bir yerlerde; ne düşüneceğimizi, neye inanacağımızı, kime öfke duyacağımızı. Tek bir ismi olsaydı içinden geçtiğimiz dönemin: "Öfke ve Empati Yoksunluğu Dönemi" olurdu şüphesiz...


Ailelerimiz paramparça. O bile uyandırmıyor bizi derin uykulardan. Düşmemeliyiz, düşersek elimizden tutacak kardeşimiz de yok artık çünkü! Eloğlu bazen daha çok kardeş, acımızı hissederken...


"Bir terslik var, seziyorum" desek, belki başlangıç olacak ışığa doğru ayağa kalkmak için. Ama yok! Suçlu hep dışımızda çünkü. Biz, üslubumuz ve tercihlerimizle muhteşemiz! Biz bağırabiliriz, bize kimse bağıramaz! Biz eleştirebiliriz, bizi kimse eleştiremez! Biz başkalarının değerlerini yargılayabiliriz ama bizim değerlerimizi kimse yargılayamaz! Erkek kardeşimizin eşine ağzımıza geleni söyleyebiliriz, ama kızkardeşimize aynı kelime söylenirse, söyleyenin ağzını "caartt" diye yırtıveririz! Savunma mekanizmalarımız kendini görevlendirmiş; Pamuk Prenses'in Üvey Annesi'nin aynasından bile daha yalan sözlerle parlatıyor egolarımızı!



Artık eğitim sadece ufak bir detay, sanat olmasa da olur, "mış gibi yapmak" tek formülü herşeyi elde etmenin...


Eğitimi aşağılarken cahili yüceltmek; bağıranı güçlü görürken, medenice ifade edeni küçük görmek; kendi değerleri eleştirildiğinde derhal saldırırken, evrensel değerleri dahi aşağılamayı hak görmek; en yakın tarihten dahi ders çıkaramazken birilerinden duyduklarımızla tarih-siyaset- din uzmanı kesilmek; ilişkilerde üslup, nezaket, incelik, görgü ve estetiğe kendimiz hiç özen göstermezken, herkesten beklemek; aynı davranışı anne-babamız başkasına yaptığında savunurken, kayınvalidemiz  ya da arkadaşımız bize yaptığında çemkirmek; istikrarlı ve güvenilir olmayanları överken, güvenecek kimsenin kalmadığından şikayet etmek...Normal artık...

Evrensel ilkeleri ve etik değerleri değil beklemek, konuşmak dahi gülünç  bir hayalperestlik şimdilerde.



Sebep-sonuç ilişkisi ve idrak mekanizması dumura uğramış bir toplumun kendini ve kazanımlarını imhası sürecindeyiz, kısacası bu...



İşin en acısı, aynı gemideyiz. Üstelik Hz. Nuh'un gemisi değil nihayetinde gemimiz.  İdrak edenin yolculuğu da gemiyi delenle aynı yere...Hem de bile bile, göre göre...

26 Ocak 2017 Perşembe

TAYLAND 4,5 ve 6- KRABİ-RAİLAY VE PHİ PHİ

Dördüncü gün Ko Samuhi'den ayrıldık. Yaklaşık beş saat süren yolculuğun ardından Krabi'ye geldik. Otelimize yerleştik, sonra çıktık Krabi'yi keşfetmeye. 

Krabi Town cennetten kopma adalara ulaşmayı sağlayan hiç özelliği olmayan kasabadan hallice bir kent. Tıpkı Anadolu kentlerinde olduğu gibi şehrin mecburi bir caddesi var. Artık ismi "cumhuriyet Caddesi" midir bilemiyorum ama  bankalar, alışveriş merkezleri, marketler, akşam pazarları bu caddenin üzerine kurulmuş. Mütevazı görüntüsünün  altında yatan ise Güney Tayland'ın Andaman Bölgesi'nde yer alan Krabi koyları. Hatta bu koylar yüz yıllar boyunca korsanlara ve tüccarlara ev sahipliği yapmış. Krabi Bölgesi'nin etkileyici tarafı mercan resiflerinin ana merkezi konumunda olması. Krabi'den dünyaca ünlü adalara geçiş yapılabiliyor.

Kent ulaşım merkezi olması yanında kanalların merkezinde konuşlanmış. Tai motorları kahverengi akan nehrin üzerinde büyük hızla ve gürültü bir motor sesi ile gelip geçiyorlar.

Kentin en güzel şeyi nehir kenarındaki akşam pazarı. Aromatik tatlı baharatlar ile yapılan balıklar inanılmaz lezzette. Hemen hemen her gittiğiniz yerde limon otu kokusunu aldık. Muz yaprağına sarılı limonla pişmiş zencefilli lagos balığının tadı muhteşemdi. Taylan mutfağının meraklıları çok olduğu için Tayland mutfağını öğreten çok fazla günü birlik yahut daha uzun süreli kurslar var. Bazı Avrupalı ailelerin çoluk-çocuk bu kurslara katıldığını bire bir izledik. Krabi’de sokak yemekleri yeterince lezzetli ve çok ucuz, hem çeşit hem de lezzet açısından herkese hitap edebilecek nitelikte.  Sokakta her şeyi deneseniz bile 200 BHT yani 20 TL'nin üzerine çıkmanız mümkün değil. 5 TL'ye tıka basa doyabilirsiniz. Tom Yam Kung (limon otu ve karidesli çorba), Phat Thai (Tayland usulü erişte) favorilerim oldu. Egzotik tropikal meyvelerin zengin rengini izlemek bile müthiş bir doygunluk hissi veriyor. Egzotik kelimesinin bende uyandırdığı hissin ne olduğunu artık biliyorum: ferahlık ve ebem kuşağı. 

Beşinci gün sabah kalktık, Tai kayıkları ile kırk dakikada Railay Adası'na geçtik. Ada, Railay West, Railay East, Phra Nang Bay ve Ton Sai Bay olmak üzere dört kumsaldan oluşuyor. Railay East, teknelerin yanaştığı ve denize girmenin mümkün olmadığı bir sahil. Hayatımda ilk defa  medcezir olayını bu denli kuvvetli Railay East'te gördüm. Sanki deniz kıyıya küsüyor ve arkasına bakmadan sahili terkediyor. Gel git, dudağını büken sevimli bir çocuk gibi şaşırtıyor bizi. Rengi zümrüt yeşiline çalan west'te soluklandık. Sonra Zohrab Nang Bay kumsalına gittik. Bütün dünya, kaya tırmanışı için bu bölgeyi tercih ediyormuş. Örümcek adam misali düz kayaya tırmanan yaşlı, genç, çoluk çocuk tüm kaya tırmanışçılarını izlemek çok keyifliydi. Özellikle bu bölge mağaraların, lagünlerin olduğu oldukça farklı bir nokta. Türlü aktivitelerin rahatlıkla yapılacağı ve heyecan duyacağınız bir sahil  Phra Nang Bay...Güneş hafifçe pişirdi bizi, akşam güzel bir uykuya pembeleşmiş suratımızla kulaç attık.

Altıncı gün... Phi Phi adasına İki saatlik bir tekne yolculuğu ile ulaştık. Kartpostal adası diyorlar. Tamam, güzel, tropikal, gel git olayı muazzam, medcezirden sonra yüzdüğün yerlerde yürüdüğün için eşsiz, Türkiye'de yaşamadığımız bir deneyim..ama o kadar. Yazılanlardan yoka çıkarsak, "Turkuaz'ın her türlü mavisini göreceksiniz.", "cennetten düşmüş bir yer", "teniniz kokusu turkuaz olacak" söylemleri, dizi filmlerde gördüğümüz şaşaalı hayatlar gibi. Bir kere, gel gitten denize girmek, iki kulaç atmak pek mümkün değil. İkincisi gerçekten hizmet kalitesi, çevrenin temizliği oldukça düşük. Bugüne dair aklımda kalan en güzel şey denizin yine sırtını bize dönüp, bize rağmen çaktırmadan yüz yüzelli metre ötemize gitmesiydi. 

Yarın yeni bir gün. Artık kuzeye gitmeye hazırız. Bangkok'a merhaba diyeceğiz.

Bayankuşbakışı tespitler:
1. Tapınaklara girerken kadınların kollarının açık olmaması ve diz kapaklarına kadar bir örtü ile kapalı olması gerekiyor.
2. Masaj yapan kız Türkiye'den geldiğimizi söylediğimizde çok sevindi. İnternetten tanışıp Türkiye'ye evlenmeye giden kadınlar var.
3. Leo, Chang, Tiger yerel biraları.
4. Tayland'ın havası sıcak, daha sıcak ve muhteşem sıcak olarak belirlenebilir. Kasım- Şubat arasındaki dönem en az sıcak olan dönemdir ve yüksek sezon olarak adlandırılmaktadır.
5. Masaj salonları, terzi, sağlık ocağı, berber, internet cafe ve benzeri yere girerken ayakkabılar -daha doğrusu parmak arası terlikler- çıkartılıyor. 
6. Turistleri gördüklerinde ilk söyledikleri kelime epey uzattıkları "helloooooooooo", ikinci kelime "taxi, en uzun cümle "where you go?"
7. Cennet meyvesi olduğuna inanılan "durian"ın kokusu çok pis olduğu için bazı otellerde sokulmasının yasak olduğuna dair uyarılar (çok aferdersiniz bok gibi kokuyor. Tadı vanilyalı dondurma gibiymiş miş de denemeyi düşünmüyorum)var.
8. Krabi’nin Tayca iki anlamı olduğunu öğreniyoruz: Maymun, kılıç. Çin astrolojisindeki öneminden dolayı genelde maymun anlamını kullanıyorlar. Mecburi caddesindeki trafik lambalarını taşıyan maymundan olma insansı heykellerde bu durumu destekliyor. 
9. Railay Adası'na Krabi'den geçmek tek yön yetişkin için 150 BHT, çocuk için 100 BHT; Phi Phi Adası'na gitmek ise tek yön yetişkin için 330 BHT, çocuk için 250 BHT (Krabi'de konakladığınız yerden alıyorlar, limana bırakıyorlar; Limandan alıp merkeze bırakıyorlar).
10. Ulaşımlardaki biletleriniz çok çok önemli. İlk sordukları şey "ticket". Öyle ki, artık aramızda espri konusu oldu "tikıt ta tikıt, tikıt ta tikıt".
11. Taylandlılar hakikaten sözlerini tutuyorlar. Doğunun o kendine has naifliği devam ediyor. "Şu saat sizi otelinizden alacaklar" diyorlarsa beş on dakika sarksa bile mutlaka alıyorlar.
12. Yankesicilik gibi sevimsiz bir durum ve uyarı yok. Dikkatimi çeken uyarı maymunları beslemeyin ve uyuşturucu kullanmayın oldu. Yalnız başına gezen Avrupalı genç kızlar var. Çocukları çok seviyorlar. Çocukları ile gezen annelerin tek başlarına çok rahat seyahat edeceklerini gördüm.
13. Phi phi adasına girerken 20 baht alıyorlar. Bir nevi ayakbastı parası.
14. Tekneler genellikle öğlen iki ile beş arası adaları terk etmek istiyorlar. Çünkü gel git olayı o denli kuvvetli ki, bazı motorların karaya oturduğunu dahi görebiliyorsunuz. Tekne zamanlarına dikkat etmenizi öneririm.

23 Ocak 2017 Pazartesi

Taylan 2-3 Cennet Adası Ko Samuhi

Büyük bir kanarya kafesinin içindeymişim hissini veren kuş sesleri ile ülkemin Doğusundan bu denli uzak Doğuda ilk uyanışım. 

Surat Thani'den otobüs ile başlayacak ve Ko Samui Adası'na feribot ile geçeceğimiz yaklaşık üç saatlik yolculuğumuza henüz üzerimizdeki yorgunluğu atamadan başladık.  

Dokuz buçukta başlayan yolculuğumuzun ilk etabı bizi adaya götürecek limandı. Limana gelene kadar sağlı sollu yağmur ormanları vardı. Çok yakın bir tarihte sel felaketi yaşayan bu topraklarda, nehir su değil, sanki toprak akıyordu. İlginç gelen şey ise yol kenarındaki iptidai durumdu. Memleketimde de sayifiye yerlerin ön kısmı her zaman fıstık gibi düzgün, arkası, hep pis ve dağınıktır. Yol kenarı işletmeleri yağmur ormanlarının tazeliğine uymayan bir ilkellikte gizlenmeye çalışıyordu. Aslında pespaye olmanın ne denli kötü olduğunu düşünürken limana geldik. Yağmur bize hoşgeldin etti. O nasıl yağmur yağmak...bardaktan boşalırcasına demek gördüğüm yağmuru hafife almak olur. Kızgın biri kova ile başımızdan al aşağı ediyor gibiydi. Sonra ansızın durdu, iyi de oldu. Feribota bindik.

İki saatlik yolculuktan sonra bizi, içi çok önceden diğer dünyaya göç etmiş bezgin bir şoför afilli minibüsü ile karşıladı.  Her sorumuza "Yes Yes" cevabı vererek otelimize bıraktı. Otel... sanki suyun içine yapılmış, nefes kesen enfes nem kokulu sulak bir yer. Her yerinden su çıkıyor. Üzerimize mayoları geçirerek hemen kendimizi dışarı attık.

Hindistan cevizi ve palmiyelerin olduğu en yeşil  adaymış Ko Samuhi... Kırk sekiz bin nüfusu ile daha ziyade batılı turistlere hizmet veriyorlar. Çevreye şöyle bir baktığınızda Avrupalıların Doğuyu nasıl şekillendirdiğini görmek pek mümkün. Her şey turistler için. Şinitzel lokantasından tutun, pizza yapan İtalyan lokantalarına kadar her şey Batılı. Ko Samuhi kendini bırakalı çok olmuş.

Sonra en ünlü plajı Chaweng plajına gittik. Bembeyaz kum, palmiyeler, kapalı bir hava olduğundan yeşile çalan okyanus... Herkes birbirine gülümsüyor. Cennet bu mudur? Sahilde masaj yapan minik kadınları görünce ve masaj da yaptırınca "Budur" dedim. Okyanusa doğru uzanıyorsunuz, nane esanslı yağ ile Thai masajı yaptırıyorsunuz. Gerçekten cennetin elleri üzerimizde yumuşacık dolanıyor.

Akşam, renkleniyor ada. Kumsalı başka, iç kısmı başka başka. Herkes bir broşür uzatma telaşında. Thai boksuna davet edenler mi, kabarelere çekiştirenler mi... ne ararsanız bulabilirsiniz. Ben sahildeki ateş dansını tercih ettim. Plaj partileri çok meşhurmuş. Çok yorgunduk, partiyi yarına bıraktık.

3. Gün
Tüm gece yağmur yağdı. Sulu sepken bir güne uyandık. Omletli kahvaltımızdan sonra yine yola koyulduk. Adayı gezeceğimiz bir tur aldık. Sırası ile çok kollu Buda, Büyük Buda, büyükanne ve büyükbaba kayaları, manzara noktası, hindistan cevizi toplayan maymunlar, şelale derken günü tamamladık.

Bayankuşbakışı tespitler:
1. Surat Thani'den Ko Samui Adası'na giden birkaç firma var. Özkan feribot biletlerini İstanbul'dayken almıştı. Çok rahatlıkla adaya geçtiğimiz gibi adaya indiğimizde ismimiz olan döviz ile karşılanarak otelimize kadar transfer hizmetini aldık.
2. Otobüs, lokanta, market ve benzeri yerler çok soğuk. Klimanın buza kesen etkisi ile dışarının yapış yapış hali sizi hasta edebilir. Yanınızda mutlaka sırtınıza geçireceğiniz bir hırka ve benzeri giyim eşyanız olsun.
3. Elektrik kabloları bir milyon tane. Her yerden saçalak saçalak sarkıyor. Karmaşa şekle bürünse en güzel tarifi işte bu karma karışık elektrik kabloları yapar. Alt yapıları çok kötü yahut yok gibi.
4. Sürekli yağmur yağan bu memleketin yollarını devamlı su basıyor.  Su kendini tahliye edecek yol bulamıyor. Ya mühendislerinde yahut imkan ve malzemelerde bir sıkıntı var.
5. Wat (Thai dilinde tapınak) ları gezerken ayakkabınızı çıkartmalısınız. Çıkarttığınız yerde bırakabilirsiniz. "Ben bırakmam" derseniz yanınızda mutlaka bir çanta/poşet torba bulundurmalısınız.
6. Yetişkinler için 450 baht çocuklar için 350 baht olan turu alarak Ko Samui Adası'nın önemli bir kısmını gezebilirsiniz.
7. Herkes ama herkes motorsiklet kullanıyor. Kolay gezmenin en kolay yolu motorsiklet. Enerji tasarrufu için benzin istasyonları akşam ondan sonra kapalıymış. Bu uyarıyı dikkate alarak farınız hep açık olsun.
8. Adada evlerin yüksekliği bir palmiyenin boyunu geçmiyormuş. İsabetli bir tutum. Cenneti beton ormanına çevirmek inanılmaz bir taktik hatası olur. Biz yapmadık mı? Canım kuzey ormanları yer yok bahanesi ile birden bire dikiliveren apartmandan dönme ucube binalara kurban gitmedi mi? Daha çok kazanmak için doğanın genetiği ile oynanmamalı.
9. Tayland'da sabah kahvaltısı ya şehreye çorbası ya da muzlu pan kekmiş. Yurdumun kahvaltısı hiç bir yerde olmadığı gibi eşi benzeri de Yok.

21 Ocak 2017 Cumartesi

TAYLAND 1 - MAİ PEN RAİ

Günlerden Cuma... Akşam karanlık çehresini, geceye çevirdiğinde çıktık yola. İstanbul yine bir bir huzursuz, yine bir kıpır kıpır, yine bir karma karışık çıktı karşımıza. Anadolu'dan Avrupa'ya bir keşmekeş ile geçtik geçmesine de Atatürk Havaalanı'na girerken takıldık kaldık. Sanki görünmez bir güç vardı ve trafiği bir tutkal gibi tutuyordu. Gece ikide kalkacak uçağımıza dört saat önce çıksak da İstanbul'un deli dolu yanı bekletmeden etmedi. Şımarık bir çocuk gibiydi. Çok bilmişliğine bir şey diyemedik, bekledik. Bir buçuk saatlik oyun bittiğinde, yüzümde müstehzi bir gülüş vardı. "Alttan aldım seni güzelim, hiç tasasız bir yere gidiyoruz. N'aber? deyi verdim. Kadim İstanbul'un umrunda değilim belki ama  ben mutluydum. "Mai Pen Rai" (*)felsefesinin coğrafyasına doğru yolculuğumuz başlıyordu.

Rahatlıkla güvenlik kontrollerinden geçerek içeriye girdik. Yolculuğumuza, kanatlarımıza havasını katacak küçük dostumuz Kuzeydoğu'nun rüzgarı "Poyraz" ve değerli arkadaşımız "Gülçin" de eşlik edecek. Dördümüz gözlerimizde ve koynumuzda uyku, dokuz saatlik yolculuğumuza başladık.

Ağzımda, dilimde, damağımda, kekremsi tadlar bırakacak muhteşem anlar, keyifler ısıracak olmak beni; maymun, hindistan cevizi, yağmur ormanı, fil, muz görmek, sahilde taş arayacak olmak Poyraz'ı çok heyecanlandırıyor.

Bu heyecanla azcık sızarak, azcık uyanık dokuz saatlik uçuşu tamamladık. Uçakta sanırım istatistik bilgi tutmak için vermiş oldukları formu tüm yolcular olarak doldurduk. Bazı ülkeler bu formun doldurulmasını istiyormuş. Formu pasaport kontrolde görevlilere teslim ettik. Vizesiz, neden geldin sorusuna muhatap olmadan, rahat rahat Bankong'a buyur edildik. Zaman olsa otuz gün boyunca vizesiz kalabiliriz. 

Bankong uluslararası havaalanı gerçekten çok büyük. Pasaporttan geçince hemen iç hatlara yöneldik. Dördüncü kata, bizi Surat Thani'ye götürecek iç hatlar terminaline geçtik. Uçağı bekliyoruz. Bir saatlik yolculuktan sonra nihayet başımız yastık görecek.

Havayolu şirketi ThaiSmile. Portakal renkli kıyafetleri çıtı pıtı hostesler, bizi avuçlarını çenelerinin altında birleştirerek geleneksel Wai selamı ile karşıladılar. Hareketlerinin deviniminde sanki müzik var, Duymadığımız ama gördüğümüz bir şırıltılı şarkı izliyor gibiydik. Tayland tebessümler ülkesi olarak anılıyormuş. Valla henüz başlangıçtayız ve antreye geçmeden ziyadesi ile payımızı almaya başladık, devam etmesini diliyorum.

Surat Thani havaaalanına indiğimizde, sanki yanağımızdan kocaman devasa dudaklı bir kadın öptü. O kadar nem var ki, heyecandan ancak bu kadar ıslanılır. Sonra bindik bir otobüse, ödedik kişi başı on baht, vardık kırk dakikada şehir merkezindeki otelimize. Sonra mı?

Çıktık dışarı, akşam pazarına (night market) attık kendimizi. Nudel, tavuk, pasta, sosis mosis, muz derken ikiyüzelli baht ile dört kişi karnımızı doyurduk, yirmi saatlik yolculuğumuzu da tamamlamış olduk. 

İyi geceler Tayland, ilk gün çok renkli ve güler yüzlüydün.


Bayankuşbakışı tespitler:

1. (*)Mai Pen Rai: Tay dilinde "Hiç tasa yok" anlamına gelmektedir.
2. Tayland ile ülkemiz arasında 4 saat fark var. Doğuda oldukları için bizden önceler.
3. Trafik soldan işliyor. Telefonumuzu açtığımızda ilk uyarı bu konuda oldu. "Tayland'da trafik soldan akmaktadır. Can güvenliğiniz bizim için önemli olduğundan karşıdan karşıya geçerken önce sağ tarafı kontrol etmeyi unutmayınız."
4. "Tayland" kelime karşılığı, "özgülerin ülkesi" .
5. Tayland para birimi: Baht (THB). 1 TL: 9.4 THB
6. Küçük çocuklar için ücret almıyorlar. Bunu yaparken standartları yok. Çocuğa bakıyorlar, kısa boylu, ufak tefekse sıkıntı yok, yola devam.