Sevgili Şirin'ciğim,
Sana daha evvel sözünü ettiğim, “benliğimin kayıp kıtalarına yolculuğum” sürüyor hala… Hani çok önceleri zalim bir yok sayışla adresini yitirdiğim, içimdeki o küçük kızın kaybolduğu şehirlerde dolaşıyor, iz sürüyorum mahalle aralarında hala… Okuduğum her kitap, konuştuğum her insan, hissettiğim her duygu birdenbire köprü oluyor aramızda, o yaralı küçük yavruyla. Hiç kolay değil inan, çoktan terkettiğim kasabaların hüzünlü romantizmine, şimdinin hoyratlığa önlem zırhları içinden geri dönmek. Anlamak, anlam vermek, farketmek ya da affetmek…
Ömrümün yarısını, belki de daha fazlasını tükettim ben. Evliyim, çocuklarımın annesiyim. Ailem, mesleğim ve sevdiklerimle örülü bir yaşamı nefes nefese koşarak sürüklerken bu koca şehirde, yine de bir yanımla çok eksiğim işte, çok eksiğim! İçimde sızım sızım bir şeyler… Biliyorum kolay değil ama, yapabilirim. Acının tükendiği yerden doğabilirim… Söylenmemiş şarkıları söyleyebilir, yazılmamış kitapları yazabilir, yapılmamış resimleri yapabilirim… O küçük kız korkup kaçarken yaşamdan çok uzaklara, yanında götürdüğü her şeye yeniden dokunabilirim… İçimin kayıp çocuğunu sarmalayıp, büyütebilirim… Zaman… Sadece birazcık zaman…
Sezen aksu dinliyorum yine son günlerde:
“Sızım sızım sızlar içim, gözümde akmayan yaşlar
İçimde yıllardan kalma birikim, bilmem ne zaman patlar?
Bilirim sonu var bunun, bilirim sonu gelir her sorunun
Bilirim sonu var bunun, çaresi bulunur bilirim her sorunun
Hiç aç susuz yaşamadım ki…
Hiç parasız pulsuz kalmadım ki…
Hiç aşksız sevgisiz olmadım ki…
Neden, neye, kime bu özlem?”