25 Ocak 2016 Pazartesi

Sev, 27 Temmuz 2013, 01.51

Sev, 27 Temmuz 2013, 01.51
Canım Şirin'ciğim. Öyle güzel yazıyor, kendini ve duygularını öyle zarif aktarıyorsun ki, seninle vakit geçirmek kadar güzel bir duygu yazdıklarını okumak. 

Benim yanım ve yüreğim sevinçle ve sevgiyle bekliyor sizi sevgili Şirin'ciğim! Ben "bu sözün anlamını ve ağırlığını bile bile" seni çok seviyorum! Anlayamadığım biçimde çok eski ve çok aşina olduğum bu duygunun dışavurumu sadece sözcükler şu an benim için.

Eskiye ait fotolar kolay, Gerçek'e "lütfen rahatsız etmeyin" daha da kolay dombilim. Yeter ki biz bir araya gelelim...

Hatta hafta sonu programını çoktan yapmadıysan; "yarın Asil ile bize gelsenize?" diyecektim. İlk kız buluşmamızdan önce, ilk ev buluşmamız olurdu. Seni görürdüm, emin olurdum şimdi iyi olup olmadığından? Yaptınız mı çoktan programı? Ne güzel olur çıkıp gelseniz yarın? 


Şirin, 27 Temmuz 2013, 10.30
Merhabalar dombılı pembe akıdem,
Davet için çok teşekkürler ve fakat o kadar yorgunki Asilim, bu ramazanı bir atlatalım istedik. Ramadandan sonra bır araya gelip, belki yanında rakı ya da uzo eşliğinde muhabbetimizi cilalarız ne dersiniz?

Hamiş: Hakikaten rakı ile aranız nasıl? 

Sev, 27 Temmuz 2013, 11.24
Güzel Şirin'ciğim benim, haklı Asil, insan yorgunken ihtiyaç duyduğu tek şey dinlenmek oluyor. Sizin her zaman yeriniz başımın üzerinde. Olur tabii, birarada olup, gönüllerimiz muhabbet ve samimiyet içinde olunca; rakı da hoş, uzo da, şarap da... Bugüne bugün Yeşil Efe sevgilim, kırmızı Şarap platoniğim olur şekerim... Kendileriyle ilişkimiz özlemler-kavuşmalar-derin ve gizemli duygusallıklarla doludur efenim... Gerçek, denge ve disiplin adamı olaraktan, düzeyli fekat anlamlı bir dostluk yaşar kendileriylen... Yani dostlukla olunca,mey de güzel meyhane de bizim için Şirin'ciğim. Tatlı dombilim benim...  

19 Ocak 2016 Salı

Şirin, 26 Temmuz 2013, 03.55

Sevgili pembe akidem,
Bugün buluşamamız hiç sorun değil. Bayramdan sonra daha iyi olur. 13 Ağustos'ta buluşursak yaklaşık 20 günümüz var diyebiliriz. 20 günde 100 gr eritirsek, kafadan 2 kilo vermiş oluruz. Hiç fena değil. Biliyor musun ben üniversiteye giderken "Zerrin koç" adında bir yazarla mektuplaşıyordum. Gel zaman git zaman Zerrin Hanım, Ankara Kitap Fuarı'na geleceğini haber etmişti mektubunda. Mektup ulaştığında onunla karşılaşmama yalnızca 12 gün kalmıştı. Hatırlarsın belki, üniversitede semiz bir gençtim. Zerrin Hanım'a güzel görünmeyi o denli istiyordum ki, yemedim içmedim, koştum, dans ettim ve iki haftada 5 kilo verdim. Fuara gittiğimde kendimi o denli iyi hissediyordum ki güven duygum tavan yapmıştı. Belki bu süreyi iyi değerlendirmek isteyebiliriz, ne dersin...

Mutlaka küçük prensi okumuşsundur. Küçük Prens başka bir gezegenden gelmiştir dünyamıza. Dünyayı taşırken bir tilki ile karşılaşır. Tilkiye ne yaptığını sorunca, tilki ona; "ben piliçleri kovalarım, avcılarda beni, benim hayatım böyledir" der. Sohbet ilerleyince tilki, küçük prensin başka gezegenden olduğunu anlar ve heyecanla sorar:
"Sizin oralarda avcı var mı?"
"Yok" der küçük prens ve bunun üzerine tilkinin gözleri parlar. Sevinçle sorar:
" Peki piliç var mı?"
"Hayır o da yok" der küçük prens. Bunun üzerine hayalleri yıkılır tilkinin:
"HİÇ BİR ŞEY İSTEDİĞİN GİBİ OLMUYOR" der. Antoinette de Saint Exupery haklı değil mi? Hiçbir şey istediğimiz gibi olmuyor. Tamam! Böyle bir gerçek var, biz küsüp önümüze mi bakmalıyız? Yoooo! Dediğin gibi kendimizle kavga etmektense , enerjimizi farklı yerlere yönlendirmeliyiz.

Yelkovan, akrebi kovalamasa,
Güneş doğudan doğmasa,
Mehmed'in hasmı olmasa,
Ve, birileri beni çıldırtmasa,
Bak ne güzel olurdu o zaman dünya

Desemde...

İnsan,
Kış boyunca toprakla sevişen tohum,
Köpüklerini kıyıya vuran bir deniz, 
Sahra'daki ayak izlerini silen rüzgar,
Islıktaki nefes,
Yerdeki Demir,
Gökteki bulut,
Boşluğa asılmış karanlık,
Siyahlığa gizlenmiş beyazlık gibi...

olacak biliyorum/biliyoruz.

Sana yaşadıklarımı anlatmakta çekinmem. İlettiğin gibi, içindekileri güvendiğin birine aktarmak çok önemlidir. Samimi ve doyurucu ilişkiler kurmak zaman alır ve hepimizin zamanı o kadar kısıtlı ki. Vaktimi kiminle geçirmem gerektiğine dair akılcı kararlar vermekle başlıyorum ve budalaca tutumsuz davranışları olanlara, hoyratça elimi "benden bu kadar diye"  sallayıp, karşılıklı olarak ilişki geliştirebileceğim kişilerin yanında yerimi alıyorum. Yanınız boş değil mi sevgili Sev'cim? 

Tartıların aynı familyadan olması hakikaten komik! Buluşmamızda bir zaman kendimizi dev gibi hissettiğimiz ama şimdi baktığımızda " keşke bu kilomda kalsaymışım, olsaymışım" dediğimiz fotoları getirelim. Tamah etmenin pratik uygulaması bize önemli dersler verecektir. Neticede buluşmamıza fotolar getirilecek. Buluşmamız bol malzemeli ve uygulamalı olacağa benziyor. Bu nedenle rahat edeceğimiz iyi bir mekan seçelim şekerim. Sen Gerçek'e, ben Asil'e "bu gece bizi geç vaktilere kadar " rahatsız etmeyiniz" diyebileceğimiz bir mekan.

Bende seni çok iyi tanıyorum ve latifeliğine hayranım. Sana neden " pembe akide" diyorum biliyor musun? Pembe, şafak vaktinin rengidir. Başlangıçtaki anlaşma diyebiliriz bu tanımlamaya. Çünkü malumun akide şeker olarak bilindiği gibi, en az iki kişinin ortak müşterekte anlaşma halidir de. Başlangıçtan beri anlaşıyorum seninle. "Seni seviyorum", aslında modern zamanlarda çok kolay söylenen bir cümle ama ben bu sözü söyleyenin hakikatte ne denli ağır bir sorumluluk altına girdiğini biliyorsam çok önemserim. Ben de tüm samimiyetimle iletmek isterim ki"seni çok seviyorum dombilim"

16 Ocak 2016 Cumartesi

Sev, 26 Temmuz 2013, 13.49

Canımın içi, ben tam bir salağım! Tamamen unuttum bugünü ve bu akşam iftara kayınvalidemleri ve Gerçek'in teyzelerini çağırdım! Çok özür dilerim salaklığım için... Sana da uygunsa, ya haftaya ya da bayram dönüşü yapalım mı Şirin'ciğim? Hay bin kunduz! Ben böyle hafızayı... Neyse, olan oldu artık...

Şirin'ciğim sakın üzülme demek istiyorum ama, sözlerin acı anında nasıl anlamsız olduğunu çok iyi biliyorum. Benimki 3-4 gün içinde biraz azaldı, umudediyorum ki seninki de öyledir. Ama hiç aklımdan çıkmıyor şimdilik! Üstelik sen aynı ortamda ve bir denge içinde götürmek durumunda kalıyorsun tavır ve tepkilerini. Hiç kolay değil, biliyorum.

Fakat canım, ortalık yerde dağılıverdiğim o gün ve o an, aslında toparlanmaya başladığım andı  aynı zamanda. Dediğin gibi, içimde birikmiş ve muhtemelen geçmişte aynı yerden kanatılmış bütün yaralarım açıldı, iltihabı dağıldı ki ortaya; acıyı azaltıp, mantığı çoğaltmaya başladı bünyem sanki o andan sonra. O nedenle, ne olur gözüne baktığın, sesini duyduğun, yargısızca sevdiğin ve sevildiğin birine aç içindeki yarayı. İnan konuşurken, 40 yaşında bir kadın değil, 12-13 yaşındaki bir ergendim Şirin'ciğim! Sanki hiçbir şey yaşamamış, hayata ilişkin hiçbir deneyim kazanmamış, hiç derisi kalınlaşmamış, ilk kez sırtından vurulmuş bir şaşkın ergendim o iki gün... Duyduğum sözlerin hepsi de bildiklerimdi ama, iyileşmeye başlamamı sağladı işte bir şekilde. Paylaşmak çok önemli hayatım. Başka türlü yaşanmaz bu toz duman arasında...

Dünden beri de, kendime döndüm daha çok. Bir şeyi tekrar hatırladım: Dışımdaki hiçbir şeyi değiştiremem. Zaten doğru bir adamla evlenip, gerçek dostluklara emek verip, "insan kalmaya" özen göstererek, güzel insanları seçip-farkedip, onlara enerjimi harcayarak elimden geleni yapıyorum. Yani doğrudan kendi seçimim ve emeğime dayanmayan (ailem dışında) hiçbir ilişkiden asgari dahi bir beklenti taşımamalıyım. Yalnızca korunmalıyım. Ve ne kadar az beklenti taşırsam, o kadar korunaklı olabilirim. Değiştirebileceğim tek şey benim bakışım ve olayları yorumlama biçimim... Bunun dışında hiçbir şeye müdahale edemem ve değiştiremem. Çünkü herkes çocukken evinde sevildiği kadar sevebiliyor bir diğerini, herkes çocukken edindiği temel değerlerle katılıyor yaşam denizine. Hepimiz 40-50 yaşında görünen, 3-4 yaşlarındaki yaralı çocuklarız aslında.. Davranışlarımızın çoğu bilinçaltı. 

Şunu bilmeliyiz ki, ne yaparsan yap, dünyada hiçbir sihirli sözcük yok yaralı bir çocuğa 40 yaşında söyleyerek, iyileştirebilecek... Senin canını acıtanlar, aslında en çok canı acıyanlardır. İçinde acı büyütmemiş, acı biriktirmemiş hiç kimse acı vermez bir diğerine. Bizim kurduğumuz hiçbir cümle, yaptığımız hiçbir hareket, gösterdiğimiz hiçbir çaba, dışımızdaki kimseyi değiştiremez. Yapabileceğimiz tek şey, bu denize sevgiyle, saygıyla, incelikle, güzellikle, erdemle, yani öyle ya da böyle,edinilmiş güzel değerlerle katılmış insanlarla, en  önemlisi arkamızı dönebileceğimiz insanlarla yola devam etmek ve onun dışındakilerden korunmak. Ve yaşamı bu gerçeği hiç unutmadan, olduğu gibi kabul etmek...Okuduğum tüm kitaplarda sonuç hep buraya varıyor çünkü; değiştiremeyeceklerimizi olduğu gibi kabul etmek". O zaman öfke bitiyor, acı, kırgınlık, küskünlük bitiyor; sakin ve bilge bir katılış başlıyor bu akıp giden nehre...Bunları düşünüyorum acım azaldığından beridir Şirin'ciğim. Sonra da oluruna bırakıyorum herşeyi, herkesi... Henüz aklımdan hiç çıkaramıyorum konuyu, o ayrı...

Tatlı Dombilim, senin tartın benimkinin akrabası filan sanırım. Benzerliğin böylesi! Domuz gibi, nuh diyor peygamber demiyor mübarek! 72.5 'le başladığım maratonda (15 gün oldu mu?) 72.8'le devam ediyorum koşuya. Tebrik ediyor, başarılarımın devamını diliyorum şahsımın. Şahsen anlamadığım, yediğim yarım dilim ekmek ve yemediğim onca abur-cuburun hakkı bu mudur? Bu mudur yani olay? (Haftaya pilatese gitmeyen ne olsun)Yenecez seni uleynn.

Yazdıklarını okurken aklıma ne geldi biliyor musun,seninle aramızda telepati oluşmaya başlamış olabilir mi?  

Şirin'cim, canım, kim ne yaparsa yapsın, kim ne derse desin; çok derinlerden, çok eskilerden bir yerden tanıyorum ben seni. Sen çok özel bir kadınsın, çok özel bir insansın. Yalnızca bulunduğun kuruma değil, hayatına dokunduğun herkese değer katan birisin. Şekil 1-A: Ben! Şirin'ciğim sen benim için çok değerlisin. Yüreğim dola dola, bütün içtenliğimle çok seviyorum seni. Daha şimdiden. ( Sev'cim sana da diyorum) düşünme fazla,çözüm bulmaya çalışma, yorulma, bazılarını sev, bazılarından korun ve herşeyi olduğu gibi kabul ederek, bırak nehre kendini... Nehrin akışının tersine yüzmemiz gereken yer burası değil...

14 Ocak 2016 Perşembe

Şirin, 26 Temmuz 2013, 04.09

Tombik pembe akidem,

Niye biz böyleyiz? Tanrı bu durumu bize bile bile mi vermiş acaba? Mesajını aldığımda o denli şaşırdım ki... İki gündür ben de dibe vurmuş haldeyim. Üstadım bir şey söyledi. Beni üzmek için değil ama çok üzüldüm. Yakın gördüğüm bazı kişiler, beni çok üzdüler Sev'ciğim.  O kadar kırgınım ki... Sanırım vücudum ve duygularımın zayıf bir anında söylenen küçük bir söz, biriktirdiklerimin cebimden dökülmesine neden oldu. Beni çok üzdüler. Onarmama rağmen kendimi, bu kadar gönül kırıklığı kalbime acı veriyor. Camlar ne kadar ufalanır ise kalbe daha çok batıyor sanki. "Bütün yüreğimle sevdiğim ve inandığım bir dostu görünce, nasıl çözülüverdiğime kendim de inanamadım. Öylece, ortalık yerde...dağıldım" demişsin ya; aynını yaşadım dün. Küskünlük mü kırgınlık mı denir bilemem ama duyguların derimiz üzerinde kaplandığı anlar olur ya, işte o an, hatta dokunsan ağlarım dediğimiz an, bana gelen bir zarfı açtım. Bir arkadaşım: "Şirin hanım, siz ekibimiz için kaybedilmeyecek bir değersiniz. Teşekkür ederim" yazılı bir kart göndemiş. Okudum ve boşaldım. Doluydum, boş oldum. Evrendeki en zor malzeme sanırım "insan". İpeğe bile şekil vermek daha kolay. Her şeye rağmen güzel, lâtif, zarif bir dünya için dua etmeye, yaratmaya, yaşamaya devam edeceğim. Umudum var. Örneğin sen varsın. 

Dün akşam İngilizce sınavına girdim. Bu yaşta sınavlara girmekten bıktım. Sınana sınana ne olacak bu halimiz. Üzerimden bir yük kalktı sanki. Belki de bu yılın sonuna kadar biraz daha üretken olurum böylelikle. Neden mi? Çünkü iki akşamım bana kaldı. Bu durumu iyi değerlendirip daha çok kitap okur, daha çok fotoğraf  çeker ve bu fotoğrafları daha çok konuşturabilirim diye düşünüyorum. En değerli şey zaman ve sanırım şu günlerde zenginim. Değerlendirmeye bağlı olarak zenginliğime ya değer katacağım ya da olduğum yerde sayacağım. 

Kelimeler... Kullanıma göre bazen mutlu bazen de bedbaht eder. Edebiyattan o kadar uzaklaştık, estetikten o kadar yoksunlaştık ki, maalesef kelimelerin bu güçlü yanına sırtımızı döndük, küstük. İşte bizde okuyarak, anlatarak çoğalacağız .

Şimdilerde benim tartıdan nefret ediyorum. "1 gram bile vermemişsin!" diyor. "Emin misin ayıp ediyorsun? Gayet dikkatli yiyorum bir kere daha düşün" diyorum. Pis pis aynı rakamları yansıtarak "hereket hereket Şirinciğim, koca dötlü Şirin" diyor. "Yenecem seni tartı" diye bağrındım. Yenecez ulen, yavaş yavaş ama istikrarla.

Sev'ciğim, Perşembe günü yani bugün için buluşalım demiştik. Buluşabilecek miyiz? Ben oruçluyum ama benim için sıkıntı olmaz. Amma  velakin 8.30 da orucumu açarım, olmadı ramazandan sonraki ilk hafta görüşürüz. Sen söyle tombiğim...

11 Ocak 2016 Pazartesi

Sev, 25 Temmuz 2013, 14.02

Merhaba tatlı dombilim benim. Öncelikle hoşgeldin diyor ve peşin peşin özür diliyorum iki gündür yazamadığım için. 

Duygusal açıdan kötü bir iki gün geçirdim. Çok mühim bir mesele değildi ama, derinlerde bir yerlere değdi galiba ki, durumla orantısız ölçüde sarsıldım.  

Kısaca, çok eski bir arkadaştan beklenmedik bir anda, beklenmedik bir darbe yedim! Aslında beklentimi yüksek tutmamam gereken bir arkadaşlık biçimi olduğunu biliyordum ama, bu kadar düşük bir durum da beklemiyormuşum belli ki! Dibe vurdum birden!  

Neyse ki işler yoğundu, koşuşturmaca arasında düşünecek çok vakit yoktu fakat, bütün yüreğimle sevdiğim ve inandığım bir dostu görünce, nasıl çözülüverdiğime kendim de inanamadım. Öylece, ortalık yerde... Dağıldım resmen... 

Tekrar anladım ki, sistemin her birimizden yaratmaya çalıştığı "insan biçimi", insanın doğasına tamamen aykırı! İnsan sevmeye meyyal, güvenmeye, sevilmeye, paylaşmaya, konuşmaya, "an"ı yaşamaya, iyilik yapmaya, kötülükle savaşmaya... "Sistemin insanı" ise bunun tam zıddı. Vaadedilen havucu;  para, statü, yalancı bir saygınlık, ego tatmini, bolca tüketme konforu vesaire. Bu uğurda doğasının tam tersi bir biçimlenme ısrarı, bence "havucu elinde mutsuz bir yaşlılığa yürüyen tavşanlarla" dolduracak her yanımızı.  

Livaneli'nin kitabıyla ilgili paylaşımın için çok teşekkür ederim hayatım. Yine enfes bir dilin çok zarif sözcüklerini okumak mutluluğunu yaşattın bana. Paolo Conte'yi muhakkak  dinleyeceğim bugün. Aslında uzunca bir zamandır "çocuk psikolojisi" hakkında kitaplar okumak ihtiyaç ve eğilimimden dolayı, kendimi güzel ve etkileyici cümlelerin iç gıdıklayıcı hazzından mahrum etmiştim. Sanırım kilo konusunda olduğun gibi, bu konuda da "harekete geçiren güç" olacaksın beni. Bayıldım bu fikre. Bence de kızlar günümüzde okuduğumuz kitaplardan da söz edelim, hayatın ve kitapların bize kattıklarını birbirimize ekleyip, çoğalırız hem bu sayede bu arkadaşlıkla da...
 
Tartımı aldım nihayet. Bu sefer de pil yok! Onu da bu akşam olmuş bil. Ben de bu akşam ilk kez tartılacağım. Merak içindeyim. Öpüyorum ve iki gün için tekrar affını diliyorum.

9 Ocak 2016 Cumartesi

Şirin, 23 Temmuz 2013, 20.14

Merhabalar tombiğim,

Geri döndük memleketimize. Döner dönmez İngilizce çalışacaktım ama olmadı. Çünkü Livaneli'nin "kardeşimin hikayesi" isimli romanına daldım, çıkamadım. Hala kelimelerin oyunu ile sarmalandığımı hissediyorum. Sorun değil kucaklasın ama sabah altıya kadar uyku ayak diremeseydi keşke. Bugün birazcık yarı uykulu, aslında tabiri uygunsa yarı meczup dolandım ortalıkta. Livaneli'nin başkaca kitaplarını da okumaya karar verdim. Aslında şunu düşündüm; istersek kızlar buluşmamızda okuduğumuz kitaplardan da bahsederiz, ne dersin?

Kitap okumak hakikaten insanı farklılaştırıyor. Şöyle ki, "kardeşimin hikayesini" okurken kitap kahramının bahsettiği şarkıyı bulup dinledim. Paolo Conte'den "Via Con Me"...http://youtu.be/0o_rGhcBgME Tam olarak kahramanımız gibi hissetmesemde farklı duyguların içine soktu beni. Sonra Paolo Conte kimdir araştırdım. Bir şarkıdan, farklı duyguları tatma, yaratıcısını tanıma fırsatı yakaladım. Aslında küçük küçük ısırıklarla, bilginin tadıyla, tadımlık hovardalık yaptım. Şarkıyı lütfen dinle, seni mutlu edeceğini düşünüyorum.

İnsanların sorunu ne biliyor musun? Samimiyetlerinin sınırını bilememek. Belki de mücadele için bulduğun "mesafe" vasıtası çok doğru bir yöntem. 

Üç günlük tatilden sonra ilk kez bu akşam tartılacağım. Sonucu yarın seninle paylaşacağım. 

Bu arada tartımızı aldın mı dombikim benim? Unuttum deme sakın!

Hamiş: Yıllar önce annemin halası beni "montofonum" diye sevmişti. Ah nasıl bozulmuştum anlatamam. O da bu duruma içerlediğimi farketmiş olmalı ki "kızım, niye kızıyorsun. Bak onun eti çokkkk,  sütü çokkkk  ne kadar faydalı güzel bir hayvan" demiş, koca ineği bana ballandıra ballandıra anlatmıştı. Şimdi düşünüyorum da çok kendine özgü bir sevgi söylemi değil mi?

7 Ocak 2016 Perşembe

Sev, 21 Temmuz 2013, 04.29

Canımsın sen benim, tatlı dombili Şirin'ciğim... Asil ile sağlık ve mutlulukla, aşkla ve huzurla, heyecan ve sükunetle dolu bir yaşamı, birbirinizi birbirinizin içine çeke çeke yaşayın inşallah bir ömür. 

Senin hediyen ve Asil'in yanıtı... Nasıl güzel bir çiftsiniz siz, Allah nazarlardan korusun canım Şirin'im. İçimde açılmış bir umudun fidanısın sanki. Çok özlemişim seni ben yıllardır...

Yemişim Belgrad'ın kızlarını şekerim, sana bişey olmasın:) Gönül kimi severse güzel odur. Aşık Veysel'in dediği gibi; güzelliğin on para etmez, bu bendeki aşk olmasa... Hakikaten öyle, gözlerinin ve gülüşünün güzelliği, ruhunun asaleti, sahiciliğin, derinliğin, sevginle bütünleşmiş, Asil'in gönlünün köşküne yerleşivermiiişş. Onlar ermiş muradına... da... Neyse, amacımızdan fazla da uzaklaşmayalım di mi, biz yine de devam edelim zayıflamaya güzel dombilim.  Nerde kalmıştık? Buradan da bir motivasyon durumu çıkarabiliriz kendimize bence. "Biz de böyle olabiliriz!" "Ben de böyle olabilirim!". "Nnnayırr... Göreceksiniz, dönüşümm muhteşem olucekk!" "Bir zamanlar dombili fekat içi güzel bir kız vardı, işte o kız benimm" filan diyerek, şöyle ipincecik, gepgencecik kızlar olarak salınırız belki başka bir sefere Belgrad'da. Hadi Şirinciğim, fırsat bu fırsat, parlat "rekabet damarlarını" motivasyon aşkına... 

Bu 100 nedeni yazmaya kesinlikle başlayacağım. Düşüncesi bile şimdiden heyecanlandırıyor beni.  Hele senin bu güzellikteki betimlemelerinden sonra...

Şirinciğim, ruhları çizilmiş insanlardan ve yorgunluğundan bahsediyorsun ya, al benden de o kadar. Beni daha çok yoran hiç bir şey yok desem yeridir şu hayatta. Fakat, ne yaptıysam değiştiremedim içimdeki aptal romantiği... Tek korunma yolum; mesafem...Bulduğum en etkili korunma taktiği.

Sen dondurmanı ye, Belgrad'ı gez, aklını boşalt, ruhunu şarj et, Asil'e sarıl, bana yaz... Hereket ve tartıyı sorma ama... Sakın. Yarın sorarsın.

6 Ocak 2016 Çarşamba

Şirin, 20 Temmuz 2013, 20.45


Merhabalar tombili pembe akidem, al artık şu tartıyı rahat edelim. Aslında tartı dombililerin korkulu rüyasıdır ama farkettim ki tartıdan ne kadar uzak kalırsak o kadar kendimize ırak kalıyoruz. Kendimizi kontrol etmek için çok hereket ve tartı gerek.

Bugün 10. Yılımızı kutluyoruz Asil'le.   O'nu niçin sevdiğime dair yazdığım "100 Nedeni" armağan ettim. Cevabı kocaman bir öpücük ve "ben de güzelimi çok seviyorum" diye kulağıma söylenen fısıltılı bir rüzgar oldu...

Belgrad'ı geziyoruz iki gündür. Kızları çok güzel. 40. Yaşıma girdiğim ve kendimi birazcık şişko gördüğüm şu günlerde çok iyi olmadı ama asıl güzelliğin letafet olduğunu hatırlamamı da engellemedi bu durum:) İnsanın içi güzel olsun. Gözlerinin parlaklığı sevgi versin yeter.

100 nedeni yazmaya çalış derim. Nedenine gelince, ilişkini bir filim gibi izlemeye başlıyorsun aklında, sanrılarında. İnanılmaz bir arşivin içine düşüyorsun. Katogorize etmeye başlıyorsun. Yoruluyorsun, heyecanlanıyorsun. Kendi kendine gülümsüyorsun. Dene derim.

Ben eskiden daha romantik, daha sanrılı, daha inançlıydım. Kendi yarattığım dünyadaki mutlu insanlara inanıyor, zarafetlerine güveniyordum fakat... Anladım ki rüyalarımı şeytan aldı götürdü, satamadan getirdi. Meğerse hayat denilen kapıda bekleyen şeytan, ruhları satın almadan içeriye salmıyormuş kimseyi. Ruhları çizilmiş insanlar çok yoruyor beni. Ama sen farklısın. En azından bana gönderdiğin enerjide tin var. Bunu hissediyorum. Biliyor musun ben de seninle yazışmaktan keyif alıyorum. Resmen mesajımdan sonra cevabımı bekler oldum.

Şiirine bayıldım:) Perşembe ezberlediğimi göreceksin:) 

Hamiş: 
1. Dombilim itirafımdır: Dün istemeyerek iki top dondurma yedim, affet beni.
2. Gecikmeli yazdım. Belgrad'ı gezmeye daldım. İkinci kez affet beni.