26 Haziran 2016 Pazar

Şirin, 09.07.2015, Perşembe

Döndüm.

Uzun süredir çekirdeğimi arıyordum. Bir yolcunun merakı, esrik bir yontucunun titizliğiyle içimi kanırta kanırta özümü aradım. 

Buldum mu? 

Hala arıyorum. Yolculukta bana yoldaşlık eden ben, burnumun dibinde olup da farketmediğim şeylerIeri görmemi sağladı. 

Neler mi gördüm?

Of neler görmedim ki... Kendime baktım. Varlığımın yanında beliren suretimin dışındaki salt kendimi gördüm. İşte o vakit, görmek ile bakmanın ne denli farklı olduğunu hissettim. Bakarken gördüm, görürken derinden, kalben duydum hissettim. 

Çekirdeğimi hala merakla arıyorum ama uzun aradan sonra yazmak için döndüm. Yazarken arayışım devam edecek, birlikte devam edeceğiz. 

Hadi.

Hamiş: 
1. Of be! Sana yazmaya başlamak ne iyi geldi bana. Rica ediyorum bırakmayalım yazmayı. Ufak tefek atıştırmalık olsa da yazalım. Ana Yemeğe geçmeden ağza atılan Atıştırmalıklar değil midir lezzeti pekiştiren. Ağzımızı tadlandıralım.

2. Sana bir söz vermek istiyorum. Her gün yazacağıma söz veriyorum. Eğer üst üste 3 gün yazmaz isem cezam olsun. Cezai Şartı sen belirler misin sevgili avukat hanım?

3. Martılar, bağrış çağrış çatıların üzerinde uçuşuyorlar. Gecenin karanlığını yırtmaya çalışan bed sesleri beni hiç rahatsız etmiyor. 

4. Yarın Urla'ya gideceğiz.

5. Kocaman kucaklarım...

Sev, 12.03.2015, 13.30

Canım;

Aradan ne çok zaman geçti, yağmurlar geçti, karlar geçti… Elim ermedi, gücüm yetmedi  zamanı  yetirmeye. Sıradan yaşamımın öznesi olmanın yollarını kaybettim sanki uzunca bir süredir. En son hangi sokaktan saptım, hangi caddeden geçtim, nerede söndürdüm  içimde yanan mumun alevini de, kendimi  bu çıkmazlarda  buluverdim, bilmiyorum…

Oysa ne çok istiyorum bilirsin sen, geçip giderken şu yaşam denilen mucizenin içinden, geriye bir-iki söz bırakabilmeyi…  Anlamaya ve anlamlandırmaya çalışırken “insan olmanın serüvenini”, kanadı kırılanlara merhem olsun diye kanadımın yara izleri…

Takıldım, düştüm.  

Şimdi sarıp dizimin dirseğimin acıyan yerlerini,  yürüyorum  yeniden.  Şifam sözümdedir, biliyorum.

Özledim seni Şirin'cim.  Dinlemeyi, anlamayı ve seninle keşfetmeyi hiç bilmediğim ülkeleri.

Seni  sevgiyle öpüyorum, Asilini de öyle.

17 Haziran 2016 Cuma

Şirin, 19.10.2014, 22.01

Bugün yaşamımın anlamı ve amacını sordular. Bu soruyu cevaplamam için bir kağıt ve bir kalem alabileceğimi söylediler. Yazmaya başladıktan sora tam yirmi dakikamın olduğunu ve her ne olur ise olsun kalemi kağıttan kaldırmamamı ilettiler. Ne olursa olsun kalem kağıttan ayrılmayacak...

Derin bir nefes aldım ve başladım yazmaya:

"Yirmi dokuz harf... Alfadeki harf sayısı. Tek başına anlam ifade etmiyorlar. A, B, C, D....Ş, Ş, T, U, Ü, V, Y, Z.  Arka arkaya dizilen tren vagonları gibi. Gidecek rayları yok. Bir başka yere, istasyona, kente, ülkeye, belki de dünyaya gitmesi için raya, yola ihtiyaçları var. Kelime olmaları gerekiyor. B, E ve N bir araya gelerek "Ben" kelimesini oluşturabilir. Ben'i vagonların en önüne koyalım. Tek başına anlam ifade etmeyen üç harf, şimdi karşımda "ben" olarak dikilmiş duruyor. 

""Ben" sen kimsin?"

Nüfus cüzdanındaki rakamlar mı? Topladım, çıkardım, böldüm, çarptım... Bir formüle ulaşamadım. Demek ki rakamlardan ibaret değilsin. Bana hikaye mi anlatmak istiyorsun? Tamam anlat, seni dinliyorum.

"Kayısı ağacı kış güneşini görünce, hemen dallarını ışığa dönermiş. Şakacı kış güneşi, kayısının zamansız çiçek açmasına nedenmiş. Bilge çiftçi, bu hınzırlığı anlayınca, ağaca kış olduğunu hatırlatmak için gövdesinin etrafına çukur kazar, içine kar doldururmuş. Kayısı, kökleri ile toprağın ısısını kontrol ettiğinde kış olduğunu anlar, dallarının bu tuzağa düşmesine izin vermezmiş. İşte BEN, kış güneşinin aldatmacasına ziyadesi ile kendini kaptırmak isteyen ama kışı yaşadığını kökleri ile anlayan kayısıyım."

"Çiçek mi açmak istiyorsun BEN?"

"Bahar vakti, pembe fistanlar giymek istiyorum. Çiçeklerimin kokusundan bir baba etkilensin ve "benim kızım kayısı gibi kokar"desin istiyorum. Bir anne kayısılarını yiyerek bebeğine süt yapsın istiyorum. İki sevgili gelsin, sırtını gövdeme yaslasın, öpüşsünler, fısıldaşsınlar istiyorum. Hatta bu iki sevgili adlarının baş harflerini kazısın biri "Ş" biri "A" olsun. Koşa koşa...

Diye yazdığım an, yirmi dakika tamamlandı. O kadar etkilendim ki Sev'ciğim. Koşa koşa yapmak istiyorum yargısız, amasız anda kalarak karar verdiklerimi. Koşmalıyım. Koş Şirin Koş. Senin hayatının amacı ne Sev'ciğim? Aynı benim gibi yalnızca yirmi dakika elini kaldırmadan yazıp gönderir misin?

Hamiş: Koçluk eğitimimin birinci bölümününü  bitirdim. Inanılmaz bir deneyimdi. Keşke sende olsaydın.

Sev, 03.03.2014, 01.27

Canım Şirin'im; 

Öyle böyle derken, aslında ne çok şey olmuş yazışmayalı baksana... Yaşamında seni en çok zorlayan, üzen, yoran her ne varsa hepsine yeni yeni çözümler üretmiş ve çoktan yola koyulmuşsun bile... Daha ne olsun! Harikasın... 

Sadece şu kolun nedeniyle çektiğin acı en üzücü kısmı bu sürecin. Neyse ki birazcık rahatlamışsın, ben de rahatladım sonunu duyunca. Sahiden de laf değil, yaşamda en önemli konu ruhsal ve bedensel sağlığımız. Aman dikkat et, o koluna sakın yüklenme! Hatta gerekirse ve doktorların önerirse, düzenli aralıklarla fizik tedavi yaptır, ağrın olmasa da önlem nitelikli tedavilerini hiç bırakma Şirin'ciğim!  Sen benim için çok değerlisin, lütfen iyi bak kendine...

Kilo konusunda attığın teknik adımları okuyunca, 2014 Şubat ayında Güneşin, Ayın ve bilcümle gezegen ahalisinin biz dombililer üzerinde "dürtükleme, fişdekleme, gaza getirme ve harekete geçirme" hususunda pozisyonel birtakım numaralar çekiyor olduklarından işkillendim Şirin'im...(Diyecahsin ki neye? İşte eyle dombilim) Bu satırları yazan dombili arkadaşının da aynı ay içerisinde "pasif jimnastik" ve "lenf drenaj" işlemiyle tanışmasının yanısıra, ilk kez 2 gün önce " Fit in time" yöntemi ile, yaşamına spor katma girişimini de gözününde bulundurur isek; üstelik buna bir de benim "uyumaya vakti zor ayarladığım" yaşam biçimimde bu aktivitelerin devamına ilişkin umudumu ekler isek; bu durumda yıldızların dönemsel şeysilerinin, biz dombililerin kimyasında " bir fişek" etkisi yarattığından şüphelenmekte haksız mıyım Şirin'ciğim? 

Küresel planda, üzerimize oyunlar oynanıyor Şirin'im !!! Biz " ateyisstt" miyiz Şirin'im! Biz "terörisstt" miyiz Şirin'immm? Ne çabuk unuttular bizim ekmek kuyrukları, karne kuyrukları yüzünden ( eee, gerçi muhtemelen annemizin memesini götürmekle meşguldük biz o esnada fekat, çaktırma, anlamaz bu enayiler  tarihten marihten!) karnımız sırtımıza yapışıkk, bir deri bir kemik gezdiğimiz günleriii...Ne çabuk unuttular fakülte yurdunda tabldot  usulü yediğimiz tatsız tuzsuz  yemeklerle, başörtülü bacımıza ettikleri eziyetiiii... ( farkındayım mantık saçma ama idare et, ne söylesek inanır zaten bu kerizler! Sen ver coşkuyu yeter ki!) Ne çabuk unuttularrr! Camileri de ahır yapmıştı o ateyisstt Cehape  zaten... (Pardon hat karıştı bir an)...Bizimm "tertemizz alnımızz", "tertemizzz kilolarımızzz" üzerinden telekinetik yöntemlerle " ateyisstt" yıldızlar eliyle beynimize etki ederek ewella, inşaalla "yağlarımızla" huzur içinde ve istikrarla büyümemizden rahatsız olan dış güçler, bize dublaj yapıyorlar gökyüzünden... Uyan Şirin'im uyan... Bunca yıldır yedik, içtik, yuttuk, semizlendik birşeycik diyen olmadı da, şimdi ne demeye azdı kudurdu bu gezegenler de; bizi böyle fişdeklediler şubat şubat:) Hem yemedik ki bişey, tövbe yemedikk bizz...Yediğimiz şuncacık kuru ekmekcik, kesinn paralel tanıdıklar koyuverdiler biz uyurken o yağcıkları bizim dal gibi tazecik, 15'lik manken ficudumuza... Tanıdık dediysek, öyle uzaktan...Hem zati yalan!! Biz yemedik ki hiç, külli yalann.! Benim kör cahi... pardon azizz yemek borumm, benimm midemm, yutağım, benimm onikiparmakbağırsağımm,  afbuyur kılım tüyümmm, oss...verecek o   gezegende yaşayan imansız, ateyisstt dış güçlere sandıkta...pardon...sofrada gereken cevabıııı... Sonra gemiciğimize binip, adacığımızda bizi bekleyen dolar ve yürocuklarımızla koklaşıp, sarılıp yağcıklarımıza ; tertemiz kilocuklarımızla musmutlu bir yaşamcık süreceğiz Şirin'ciğim, inşaalla, evelalla...İnanmadıysan şimdiden söyliyim, fesupanallaaaa! Yapıcaz dedikse yaparız biz! "Deliyiz/Gözü kara deliyiz/Yakarız, Roma'yı da yakarız biz" bilirsin! Hem erkekli-kızlı öğrenci evlerine de girmişsindir sen kesin! Kimbilir ne tapeler çıkar senin öğrencilikten, koyarım kucağına alırım aklını, ona göreee!  Sen yeter ki sorma bişey, sakın itiraz da etme bu söylediklerime! Pisleşirim, demedi deme! Ben düşünürüm tüm dombililer yerine, ne dedikse o, O KADARRR!!! :)

Iyyy, şakası bile ruh sağlığına zararlıymış ya bee(!)...

Yaa Şirin, ne yalan söyleyeyim, kimseye çaktırmıyorum ama, beni de azıcık sızlatıyor galiba bu 40 yaş hikayesi... Temmuz'a daha çok var, değil mi?!!

Avucumuzdaki Kelebeği ilk fırsatta edinecek ve okuyacağım benim tatlı kitap kurdum...

Arabuluculuk yazılı sınavından iyi bir puan aldığımı söylemiş miydim? Fakat, halen sözlü tarihi belli değil. Dolayısıyla yeni yazılının tarihi de... Yargının yürütmeye bağlanmamış son ipini de bağlamadan, bize tarih verecek kimse yok anlaşılan Şirin'ciğim... Her zamanki gibi sabırla ve duayla bekleyeceğiz... Dilerim güzel gezilerinize mani olacak bir tarihe denk gelmez. 

Özlemle ve sabırsızlıkla, Mösyö Asil'le yaşadığınız aşk dolu malikanenizi ziyaret edeceğimiz günü, yani önümüzdeki haftayı bekliyoruz Madam Şirin... Derin duygularımla...

11 Haziran 2016 Cumartesi

Şirin, 23.02.2014, 20.59

Merhabalar Sev'cim,
Çok zaman geçti. Gözlerimizi kapadık, yarın bugün oldu. Yazamadık, anlatamadık. Açıkcası son yazdığın mesajdan sonra benim cephemde ne oldu diye göz gezdirdim, pek mühim birşeye rastgelmedim. Yinede hatırlamak amacı ile şöyle 7 Ocak sonrasına bakalım:

1. Kol donması, nam-ı diğer "omuz pediartriti" rahatsızlığı yaşadım. Yaklaşık 3 hafta süren fizik tedavi süreci ile kolumu nihayet hareket ettirebiliyorum ve de geceleri nisbeten ağrı olmadan uyuyabiliyorum. Bu rahatsızlığın handikapı çok ağrı çekiyorsun ama sapa sağlam gözükmen itibariyle kimsecikler sana inanmıyor. Bu durum, acıdan ızdırap çeken insan evladını sinirlendirdiği gibi, beddua etmesine neden oluyor. "Kolun donsun inşallah" deyi deyi veriyorsun. 

Bu olaydan çıkardığımız sonuç; sağlık en mühim konudur ve önemsenmek kimi zaman ilaçtan daha etkili bir vasıtadır.

2. Neredeyse tüm yazışmalarımızın anakonusu olan "kilo" meselesini, bu defa halı altına süpürmek ve ısıtıp ısıtıp masaya koymak yerine işe "teknik" olarak bakmaya karar verdim. Öncelikle yürümenin spor olmadığına kendime inandırdım ve Cadedede power pilate yapmaya başladım. Haftada 3 gün; pazartesi, çarşamba ve cuma. Salı ve perşembe evime yakın bir spor salonunda işini severek yapan bir kadın ile zumba yapmaya başladım. 1 haftayı devirdim. Bir yerden başlamak lazımdı...

3. Spor hocası, Sporun tek başına yeterli olmayacağını söyledi, ölçüm sonuçlarını bana anlatırken kibarlıktan olsa gerek "Obeziz Şirin hanım" diyerek beni yüreklendirmek istedi. Bir yüreklendim pir yüreklendim, kendimi diyetisyene yönlendirdim. Şimdi verdiği listeye harfiyen uymaya çalışıyorum. Herşey yolunda gider ise  ayd 3-4 kilo verebilirmişim. Eh canıma minnet. Mayıs 20, Tanrılar yanımda olsun, 60 kiloyu tartıda göreyim. Fıstık gibi gireceğim 40 yaşıma inşallah, maşaallah...

4. 40 yaş sedromuna fena giriyorum Sev'ciğim. Haziran gelmeden tüm olumsuzlukları üzerimden atmak istiyorum. Sanki tüm olumsuzluklarda üzerime çullanan kilolar. Aslında olmadığını biliyorum, yalnızca bastırıyorum. Neyi mi? Ertelemeleri... Kendime süre verdim. Dört yıl sonra her şeyi bırakıp, başka şeyler yapmalıyım. Örneğin, çekerken fotoğraflarımı beğeniyorum ama sonra bakınca çok kötü olduğunu düşünüyorum. O halde iyi fotolar çekmek için bu konuda kendime fırsat vermeliyim. 

5. Ahmet Şerif İzgören'in kitaplarını okudum. Eğer fırsatın olur ise yarın "Avucumuzdaki kelebek" kitabını alıp okur musun? harika!

6. Kiloyu o kadar ciddiye aldım ki, 40 yaşımda ilk defa mutfak terazisi aldım. 

7. Arabuluculuk eğitimi aldım. Herhalde bu haftada sertifikımı da alırım. Tek dileğim mayıs ayında sınav olsun. Çünkü Asil ile çok yoğun bir gezme programımız var.

8. Özleştik Sev'ciğim...

10 Haziran 2016 Cuma

Sev, 07.01.2014, 20.37

Sevgili Dombili Şirin'ciğim;

Sana bu satırları, bu yılın grip salgını talihlilerinden biri olarak, günlerdir çakıldığım yataktan yazıyorum. Elaleme piyango çıkar yeni yılda, bendenizin payına düşen  sümüklü mendil! Çektiğim acıdan geçtim, en az iki kilo daha aldım yattığım yerde!  (Tanrım beni baştan yarat!)

Fakat bolca okumak ve dinlenmek fırsatını buldum, iyi yanından bakarsak. Bilhassa okumayı çok özlüyorum, biliyorsun. "Anne" olmadan evvelki yaşamımın rutini, artık adeta lüks kapsamında bir eylem benim için. Hani birkaç gün daha yatsam;  "kişilik bozukluklukları" üzerine tez yazmaya başlayıp, avukatlıktan hızla topuklamaya kalkabilirdim :)

Ölümü gösterip, sıtmaya razı etmek dedikleri tam da buymuş gibi görünüyor uzaktan bakınca, ne dersin? Oysa, ( bu sistemde ve bu dönemde )avukatlığı tartışabilirim belki ama, psikoloji tezinin sıtma olmadığını kendi adıma rahatlıkla söyleyebilirim.

"Insan psikolojisi" ve "sanatla" aramda kendimi bildim bileli flörtöz bir çekim ile fantezi yüklü bir tahrik arasında gidip gelen bir tür yakınlaşma olmuştur. Ne zaman incinsem, dağılsam, yorulsam bu saçmasapan sistemden; geceyarısı, sarhoş ve en histerik halimle dayandığım kapı ya psikoloji kitaplarınındır ya da sanatın... 

Tuhaf olan, küçük bir çocukken de, benzer bir biçimde insanların jest, mimik, ses tonu ve beden dili detaylarını izleyerek, hatta sezerek, söylediklerinden çok daha fazlasını duyabiliyor olmamdı. Bu durum göz önüne alındığında, çok huzurlu ve güzel bir ailenin parçası olmam, aslında en büyük şansım ve tek kurtuluşum olmuş denebilir.

Insanları anlamaya çalışmak; hazine sandığının kapağını aralayıp, mücevherlerin pırıltısının ufak bir yansımasıyla dahi gözlerin kamaşması gibi bir etki yaratıyor bende. Insanın görünmeyeni, görünenden öyle başka ki... Çoğu kez insanın bizatihi kendisinin dahi varlığından habersiz olduğu ne muhteşem bir dünya gizli, en derinlerde, ah... O dünyanın kapısından sızan tek ışık huzmesini dahi hissetmek, sezmek, anlamak öyle büyük bir haz ki benim için, anlatamam... Sanki hayatın sırrını bulmuşum gibi...Kendimi anlamışım gibi... Acıyı onarmışım, birine güvenmişim, bazen anlaşılmışım gibi... Çocuklarıma sarılmışım,  Tanrı'ya inanmışım gibi... Sevmişim, sevilmişim, aşktan yanmış, erimişim gibi...

Bu arada, Ilkbahar güncene bayıldım dombilim. Mest oldum yine okurken... Nasıl lezzetli bir mürekkebi var kaleminin... Nasıl endamlı bir ifadeyle dansediyor sözcükler anlatımınla... Tekrar tekrar okudum keyifle, defalarca...

Yazacak çok şey var daha ama, bu yılın talihlisi olmak kolay değilmiş Şirin'ciğim. Çekilecek ağrılar, silinecek sümükler, içilecek ilaçlar dizi dizi dizilmiş, beni bekler! 

Not:
O akşam seninle olmak benim için de çok güzeldi. (Güçlü'nün sana sevgisi hep ayrı olmuştur zaten)

Ben de seni çok seviyorum Şirin'ciğim. Sen çok özel birisin.

3 Haziran 2016 Cuma

Şirin, 22.12.2013, 14.36

Merhabalar dombilim, bir tanem,

Güçlü'nün çöllere gitmeden seni ısıtacak çözümü bulması, belki yüzyılın keşfi olmasa da birlikteliğinizin devamı için muazzam bir buluş olmuş. Bin kere, milyonlarca kere tebrik ediyorum kadim dostumu. Ne iyi etmiş de ellerini kavrayabilmiş.

Bana yazını 10 Aralık 2013 tarihinde göndermişsin. Onlarca yıl önce aynı tarihte ne yapmışım diye "ilkbaharın seyir güncesi"ne baktım. Bak neler yazmışım:

8 Aralık, İstanbul-Cumartesi, 96 gün geçti.

"Sensiz kaldığım geceler,
Hasretin bağrımı deler,
Neler çekerim neler"

Secaatin Tanyerli söylüyor. Ölmeyen tangolar... Gece, üzerine zımba gibi oturan siyah şıklığı ile kavalyesi olmaksızın kendi kendine dans ediyor.

Bu arada belden aşağı aşk hikayelerini de bitirdim.

"Derdinden bitiyorum,
Aşkından ölüyorum,
Seni çok seviyorum."

Dün yazamadım. Piyanist'i izledim, eve geç geldim. Hava çok soğuktu. Doksan kilometre hızla esen rüzgar, uçurabilirdi. Kağıttan uçaklar yapsam, ne şenlik olurdu kim bilir? Belki de bütün İstanbul havalanırdı. Neredeyse, şemsiyemin üzerindeki kırmızı üzeri mavi benekler bile sıyrılıp uçacaktı. Gökyüzü, arsız İstanbul'un çirkin yüzüne tükürüyordu. Ya biz... Islanan sıçanlar gibi her bir ağızdan "elhemdürullah" dedik.

"Sana nereden gönül verdim?
Ah keşke vermez olaydım.
Seni nerden gördüm?
Keşke görmez olaydım...
Seni nerden sevdim?
Sevmez olaydım..."

Çok uzun zamandır uğramıyordum ağlama duvarıma. Etrafında yabanıl otlar bitmiş. Bayramlarda kapı kapı dolaşıp, naylon poşetlere pembe akide şekeri kıvamında olumlu düşler toplardım. Üzüldüğümde, şekerleri sakladığım yerden  çıkarır, sıkı sıkı düğümlediğim poşeti dişimle, elimle, tüm gücümle açmaya çalışır, yüzüm gökyüzüne yürüsün diye elimi daldırıp bir iki tane şekeri ağzıma atardım. Geçen gün elim boşta kaldı, boş poşetin suniliğine takıldı. Olumlu düşleri tüketmişim. İşte bu yüzden çok uzun zaman sonra yolum ağlama duvarıma düştü. Yüzümü duvara yapıştırdım, tuzlu göz suyum yüzümü yaladı. Canım sıkılıyor. Otları temizlemeli miyim? Elimi, yüzümü çizdiler.

"Ayrılık belki ölümden beter,
Çektiğim bu acı bana yeter.
Allahım bu dert ne zaman biter?
Taş olsa ağlardı gelirdi dile.
Yetmez mi çektiğim çile"

"Neden sanki öyle dudak büküyorsun?
Yoksa açık söyle hiç mi sevmiyorsun?"

Yüz bir nedeni okumasam, bana bakışlarını görmesem, senin gerçek olduğunu bilmesem, daha kolay sorardım "benim gibi biriyle neden birlikte olmak istiyor?" diye. Şöyle alıcı bir gözle baktım da, o kadar güzel kız(lar) var ki! Vitrin camlarına yansıyan silik sulietimi, sıcak nefesimle hohlayarak buğulaştırmak ve dirseğimle silmek istedim. Güzelleyemiyorsam kendimi, elimin tersiyle silerim!  Bacaklarımı öperken ne kadar kötü hissediyorum, erimek istiyorum. Bu kalın bacakları seviyor olamazsın! Hep karanlık olsun sevişirken! Belki de günün gözü açıkken sevişemememin nedeni, açık pencere, devamlı havalanan tül perde değildir?... Sanırım hep dolgun balık etli olacağım. Parlak bir cildim yok. Pürüzsüz mermerlerden kadın heykeli yapıyor düşümdeki adam ama etrafa sıçrayan mermer parçaları pervasızca pürüz bırakıyor bende. Okşarken dokunuşlarına takılanlardan elini sallasanda kurtulamayabilirsin. Oysa ki senin için güzel olmayı ne çok istiyorum!

"Çok ağladım,
Çok inledim,
Günlerce ben hep dinledim.

Seni nasıl unutmalı?
Bu sevgiyi uyutmalı"

Ölmeyen tangolar birbirine ulaşmaya çalışan, acı çeken aşıkların söyledikleri ile dolu. Aşk acı mı? Böyle de sorulmaz ki lahmacun siparişini teyit eden bir sualmiş gibi. Acılı, acısız... Hop usta çek ordan iki acısız beş acılı sevda! Tatlı aşk olmaz mı? Tatsız tuzsuz olmasın da gerisi mühim değil. Aşkolsun! Olsun olsun, olduralım.

Seni seviyorum.

diye bitirmişim. Şimdi okuduğumda bu yazıyı yazmama neden olan duygunun "özlem" olduğunu düşünüyorum. Zaman geçiyor, duygularımızda mevsim geçişleri gibi değişiyor. Düşüncelerimiz hep baharda dursun, her daim yazın sıcaklığı gibi kavrasın bizi.


Hamiş:

1) Dün akşam seni ve Güçlüa'yü gördüğüme o kadar sevindim ki.
2) Seninle dedikodu yapmakta çok hoşuma gidiyor.
3) Yıl sonu geliyor. Her yıl yılın muhakemesini yaparım. Muhakemeni bekliyorum. Ben sana  iletiyor olacağım.
4) Seni hakikaten çok seviyorum.