28 Nisan 2016 Perşembe

Sev, 30.08.2013, 01.33


Merhaba tatlı dombilim,

Yazmakta geciktim yine biraz, üzgünüm. Sanırım evli, biri 11, diğeri 5 yaşında iki çocuk annesi, İstanbul'da avukatlık yapan ya da diğer deyişle "çalışan bir kadının" trajedisinin tam orta yerindeyim şu aralar. Biliyorsun, çocuklarıma annemler bakıyor yıllardır. Aynı sitede oturuyoruz. Tüm yaşamımızın dengesi onların ayakları üzerinde duruyor desem, abartmış olmam sanırım... Bu ne benim, ne Güçlü'nün ne de çocukların hiçbir zaman yadsımadığımız bir gerçek. Annemlerden detaylı bahsederim bir gün sana, bir yazının tek konusu olacak denli çok sözüm ve duygum vardır onlar söz konusu olunca 😊 Fakat kısaca diyebilirim ki; varlıklarının en kötü yanı, "var olamadıkları anların varlığı"!  

Hikayemiz şudur; adli tatil başlar, annemler İstanbul'dan kaçar ve benim (bizim) trajedim(iz) tam da bu noktada başlar... Çünkü "çocukları, kendisini de büyütmüş ebeveynlerince büyütülen kadınlara özgü yaşam biçimim" yerle bir olur bir anda! Geçici bakım- besleme- koruma- keyif alanları aranır çocuklar için çaresizce. Düzen alt üst haldedir! Sen de öyle. Değil çocuklar, önce kendin cami avlusunda kalmış yavru kedi gibi aptallaşırsın bir süre...Seni de büyütüp bugüne getirmiş anne-babanın, çocuklarının başındaki varlığının sana hissettirdiği huzur ve güveni ifade edebilecek söz, yerini dolduracak çözüm bulamazsın... Onlara duyduğun minnet ve sevgiyi anlatabilmenin ve bu girdaptan çıkabilmenin bir yolunu da... 

İşte böyle Şirin'ciğim. Annemler yine kaçtılar İstanbul'dan ve ben "İstanbullu anne-eş-iş kadını-temizlikçi-aşçı-bulaşıkçı-şoför-psikolog-sabırtaşı-detay uzmanı-dost-arkadaş-gelin-kadın ve kendim" olma  denkleminden "iyi saatte olsunlara" doğru bir hamle yaparak,  denklemi kökünden çözmeye doğru kararlı adımlarla ilerliyorum! Sonum hayır olsun diyelim 😊 Bu süreçte yazdıkların hoş bir nefes oluyor neyse ki bana...

Yazında "kokulardan" söz etmişsin Şirin'cim. Ben de senin gibi, her yerin  ve herkesin kendine has bir kokuya sahip olduğunu hissederim. Örneğin geçen Aralık'ta Gaziantep'e yaptığımız gezide tıpkı Amasya'nın  kokusunu aldım aslında bambaşka bir coğrafya ve kültürmüş  gibi duran o dokuda. Ya da Mertimin ve Zeynebimin ikisi de birbirinin aynı kokar sarıldığımda, iki ayrı cinsiyette olsalar bile... Birbirinin aynı...Hele terlediklerinde...Yüzbinlerce koku arasından ayırabilirim o başımı döndüren kokuyu ömrümce. Sevginin ve hüznün de bir kokusu var bence... Bayağılığın ve derinliğin de öyle...Sevgiliye duyulan cinsel arzunun ve cinsel uyumun da ten kokularıyla doğrudan bağlantılı olduğunu okumuştum bir yayında. İnanırım... Bu arada parfüm ve esansa düşkünlüğüm de aşikardır, hatta ufak çapta bir koleksiyoner dahi sayılırım! Yani kokularla aram oldukça iyidir Şirin'ciğim, fakat sözünü ettiğin baş ağrısından muzdarip insanların varlığını farkettiğimden beri, sabahları ve bilhassa toplu taşıma araçlarına binmeden evvel kullanmamaya özen gösteriyorum parfümümü. Dilerim servisteki zarif kadın da tez vakitte algılar; "zerafetin ancak detaylarla mümkün kılınır" olduğunu...

Dedeağaç'ta güzel vakit geçirmenize çok mutlu oldum. Dilerim iliklerine dek çekip, saklamışsındır keyifleri; en mutsuz anında kapatıp gözlerini o anların kokusunu duyacak ve anısında soluklanacak kadar...

Ağrılarından söz ettiğinde çok üzülüyorum Şirin'ciğim. Senden haber bekledim bu hususta, kendi karmaşamdan kurtulup soramadım ki sana 😞 Pazar günü Kıbrıs'a gidiyoruz, gerçek bir tatili son anda yapabilmek umuduyla... Haftaya yokum yani, ama döner dönmez gidelim lütfen doktora! Sonrasında da önerilen yaşam biçimini oturtmanın yoluna bakarız artık. 

Şirin'ciğim sen çok tatlı bir kadınsın biliyor musun? Son satırındaki iltifatla nasıl mutlu ettiğini bilemezsin beni. Çünkü değer verdiğim insanların ruhumun aynasından bakarken gördükleri, çok değerli benim için. Hele senin gibi içinin ve yüzünün güzelliğini, derinliğiyle harmanlamış bir kadının söyledikleri...

25 Nisan 2016 Pazartesi

Şirin, 25.08.2013, 22.21

Merhabalar Sev'ciğim, 

"Bugün hayhuy ile geçti" derken Farsi bir kelime "hayhuy"u kullanıyorum. Aslına bakarsan "kargaşa ile geçti" demek varken "hayhuy" diyerek durumun sıkıcılığını daha da dillendirmek istemiş olabilirim. 

Sabah servise binerken hayhuy başladı. Ama ne başlamak. Her sabah güzel kokulara bürünerek servise bindiğini düşünen zarif kadının, aslında o küçük zerreleri yayarken benim burun zarımdaki sinir uçlarına zarar verdiğinin farkında olmadığını biliyorum ve fakat bu kokuya dayanamıyorum. Bazı esanslara karşı çok hassasım. Başımın ağrımasına neden oluyor. Bu durumda ben ne mi yapıyorum? Ağzımdan nefes alıp vermeye başlıyorum. Burun deliklerini otomatik kapatıyorum. Yaşarken, yarım dünya nefes almak ne zor. Neden bu durumu zarif kadına açıklamıyorsun diyeceksin? Endişeleniyorum, zarif yanı çok kırılgan diye. Bu böyle sürer mi? Bilemiyorum. 

Elbette her şeyin bir kokusu var. Şehirlerin, yaşamların, kadınların, çocukların, fakirliğin, zenginliğin, hoyratlığın, masumluğun ama her şeyin kendi kokusu var. Elbette geçmekte olduğumuz yerlerin de kokusu vardır. Bir yazar, İstanbul'un kokusuna bir ad vermiş. "Uzun" diye kestirip attığını sanmış ama okuduğumda cevabın kısalığı, daha bir "ağır"mış gibi geldi bana. İstanbul'da belirgin bir nefes, esans yok. Kaş mesela, yasemin kokar. Ağır, baş döndürücü ama unutulmaz, ağırbaşlı bir kokudur. Şehr-i İstanbul, hafif meşrep, kodaman, emekçi, kalpazan, yanar döner bir kokuya sahip vesselam. Geçtiğin yerler nasıl kokar?

Hamiş:
1. Hafta sonu Aleksandropolis (Dedeağaç)'teydik. İstanbul'a yalnızca üç saat uzaklıktaki  "Komşu" kenti. İki yüz yıl Osmanlı'nın nüfusunda kalıp, Türkiye'ye bu kadar yakın olup, ekonomik krize rağmen Avrupalı olabilmiş. Kendimi çok rahat hissettim. Çok iyi yedik, çok güzel içtik, "Kalimerhaba" dedik ve geldik.
2. Kilo vermişken hepsini geri almak benim için trajik. Güzel güzel limonla marine edilmiş ahtapot ızgarası yemek iyi hoştu da, eski kilondan epey uzaklaşmak çok fena oldu😔 napacağım ben pek bilemiyorum😀
3. Hayat şeklimi değiştirmem lazım. Ağrılar kollarıma indi. Spor yapmam ve bunu düzene sokmam iyi olacak. 
4. Edith Piaf'ı dinledim de "Şirinehanım"ın hikayesi daha da güzelleşti😊
5. Senin fotolarına bakıyorum da gerçekten kilolu değil ve çok zarif, alımlı bir hatun kişisin.

22 Nisan 2016 Cuma

Sev, 20.08.2013, 03.48

Sev, 20.08.2013, 03.48

Tatlı dombilim,

Sahiden nasıl keyifle ve hızla geçti vakit biraradayken 😊  Senin de söylediğin gibi, bir saat ötelemeli buluşmanın "sebepler ne olursa olsun, nihayetinde sebebi" olmanın ezikliği ve üzüntüsü ile kucaklasam da seni, öyle keyifli bir sohbetin, öyle sürprizi ve lezzeti bol bir muhabbetin içinde buldum ki kendimi, çarçabuk dağılıverdi göğümün bulutları. Biz iki kadın, sözcüklerin büyüsüyle büyülenmiş, içimize çekerken her anı; garsonun "ara sıcak ikramındaki" ısrarı ve "bıraksam sabaha kadar oturup konuşurlar mı acep?" mealindeki telaşı da unutulmazdı 😊 

Konuşabilmek, sahiden de en temel vazgeçilmezi bence her türlü insan ilişkisinin. Çünkü ya anlayabilmek ya da anlaşıldığını hissetmekle başlıyor tüm yakınlıklar..."Gerçek ve Ben Öyküsü'nde" mesela... İkimiz iki sınıf arkadaşıyken, hergünki gibi bir gün ama tam da en ihtiyacım olan bir anda, aslında hiç istemezken ve hiç tahmin etmezken, birdenbire en çok kanayan yaramı gösterdim ona. Anlattım, saatlerce... Gülerek, ağlayarak, susarak, konuşarak... Dinledi. Saatlerce dinledi yargılamadan. İnanılmazdı... Anlamıştım bir biçimde anlaşıldığımı... İşte o an, ilk kez başka türlü bakan bir adam görmüştüm her gün karşılaştığım ve sıradan şeyleri paylaştığım ve bana bakarken uzunca zamandır kederlendiğini hiç anlamadığım o adamın gözlerinde. Acıyan yerlerini açmanın ve tüm  güçlü, değerli, zayıf ve  saçma yanlarımla anlaşılmanın yakınlığıydı bu öyküyü başlatan! Sonra en zor zamanlarda dahi bugüne dek ayakta tutabilmiş olan! Avukatlığını yaptığım boşanma davalarındaki öykülerden de çok iyi bilirim; sözcüklerin bittiği yerin gerçekte herşeyin bittiği yer olduğunu... Dostluklar da aynı değil mi dombilim? Biraz sevinç, biraz keder, biraz emek, biraz güven ve çokça sözcük değil midir paylaşıp çoğalttıklarımız? Sen de sözcüklerin zarif dünyasında başı dönenlerdensin benim gibi dombilim. Yine ne güzel anlatmışsanız Şirinehanımı. Resimlere öyküler yazmak benim de pek sevdiğim bir iştir. Bir de gece ışıkları yanan evlerde görünen suretlere yaşamlar kurgulamak... 

Kilo hususu bende de aynı dombilim. #DirenDiyet# 😉 Sanırım tatil bitip, çocuklar okula başladıktan, yani "iş çıkışı yaşamım" düzene girdikten sonra yeniden gündemime girecek bu mevzu!

Fibromiyaljinle ilgili, önümüzdeki hafta uygun olduğun günü bildirmeni bekliyorum benim hassas ve mükemmelliyetçi Şirin'im. Seni hassas fakat mükemmeliyetçi olmayan bir doktora götüreceğim. En sevdiğim doktora :)) Tanışmanı istiyorum onunla zaten. 

Bu arada, armağanın olan defteri özel çekmeceme koydum, uygun zamanda güzel günlerin anılarıyla süsleyebilmek umuduyla. Çok teşekkür ederim tekrar nezaketin için.  

Şirinehanım tam benlik biliyor musun? İçimde böyle giyinen bir kadın var, adliyelerde de böyle dolaşabilse, bir saniye durmayacak ama :) Fonda Ediht Piaf: "La Vien Rose"... Budur!

21 Nisan 2016 Perşembe

Şirin, 19.08.2013, 22.43



Sevgili Dombilim,

Şehr-i İstanbul'da insanların buluşması çok güç olmasına rağmen nihayet iki kadın bir araya geldi. Trafik, plandaki beklenmedik değişikler, adresi tespit edememe derken, bir saat ötelemeli olsa da buluştuk ya pembe akidem. Farkettin mi hiç durmaksızın dört saat konuşmuşuz. Sohbetimizin harcında, bir tutam geçmiş, tas tatmam şimdi ve çokça gelecek vardı. Bir tutam hayal, iki tutam sosyal ilişkiler, iki çay kaşığı kafa karışıklığı, bir paket ego koyunca muhabbetin lezzetine doyum olmadı. Öyle ki, garson neredeyse kalkmamızı hızlandırmak için boş masalardaki sandalyeleri ters çevirecekti. Diyemedik ki, "biz iki hatun kişi yıllardır cebimizde biriktirdiklerimizi şimdi birbirimize gösterme fırsatı buluyoruz." Onca yıl bir arada olupta iki laf edemeyenleri düşününce, bizim yarenliğimizin nerede olduğu ve nereye gideceği baştan belli değil mi tatlı dombilim. 

Bugün, Asil'e yazdığım günceyi okurken defterin arasından "Midilli'den göç eden Şirin Hanım Ayvalık Çamlık İskelesi'nde" yazılı bir fotograf ve fotoğraftaki Şirin hanım isimli kadın kucağıma düştü. Yalnızca bu fotografı inceleyerek bak neler yazmışım:

"Lespos'un (Midilli) hikayesini anlatmıştım. Hani şu lezbiyenlerin (sevincilerin) memleketi... Zamanı savaş geçmeden az evvel efsanelerin kaynağı olan bu adada bizimkiler yaşamış. Sonra... zamanın savaş gösterdiği vakit, Şirin Hanım  hiç istemeden mübadele ile kuş uçuşu beş dakikalık uzaklıktaki yeni vatan Assos'a göç etmiş. Ne şık ne zarif. Kolunda beyaz çantası...içinde muhtemelen dantelalı bir mendil var... Ferah kokmak için limon çiçeği kolanyasını eksik etmez. Yüksek ökçeli siyah beyaz renkli ayakkabısı, beyaz, çok nadir güneş gören ayak bileklerini daha çok ortaya çıkarmış. Şapkadan yüzüne düşen gölge Şirinhanımı düşteki bir kadın gibi göstermiş. Düşlemimde yürüdü Şirinehanım, geçti, gitti."

Demişim. Fotograflara bakmayı çok severim. Bir dönem tek bir kareye bakarak hikayeler yaratabiliyordum ve fakat şimdilerde o kadar çok iş güç içine giriyorum ki, hayallerimi çok ihmal ettiğimi biliyorum. Savsaklamadan gündüz rüyalarımı ziyadesi ile yaşatmalı ve düş düzlemimde tıpkı bir cambaz gibi dans edebilmeliyim. İşte o zaman hayat, yanaklarına allık sürmek zorunda kalmayacak, doğallığı ile herkesi şaşırtacak. 

Hamiş:
1. Kilo durumları hiç iyi gitmiyor. Her gün protein rejimine karar verip sonra uygulayamıyorum. N'apıyorum?
2. Kollarımın ağrısı ve sırtımın acısı hiç iyi gitmiyor. Fibromiyalji demişti doktor. Bu hastalık ; "hassas, mükemmeliyetçi kişilerin hastalığıdır. Özellikle sırt, boyun, omuzlar ve kalçalarda belirgin olmak üzere yaygın kas-eklem ağrısı, yorgunluk, sabah tutukluğu ile kendini belli eden kronik bir kas iskelet sistemi hastalığıdır." şeklinde tanımlanmış. Neymiş dombilim: "mükemmeliyetçilik, iyinin düşmanıymış" o halde bu ağrılar ile söylenecek tek türkü var:

Kendim Ettim Kendim Buldum 
Gül Gibi Sararıp Soldum 

Şirin, 14.08.2013, 23.41

Sevgili Sev'ciğim,

Cuma en sevdiğim gündür. Bugünü çok sevdiğim bir hatun kişi ile geçirmek bana büyük mutluluk verecektir. İşten çıktıktan sonra Suadiye taraflarında ya da hiç gittin mi bilmem Küçükyalı Maria'nın bahçesine geçebiliriz. 

Hamiş:
1. İki küçük sürprizim olacak.
2. Hayallerini de yanında getir:)

Sev, 15.08.2013, 00:43
Biliyor  musun cuma benim  için de öyledir! Maria'nın bahçesini 
görmedim, ama seninle her ortama varım canikom... Seç birini. Seninle buluşacak olmak yeterince güzel zaten Şirin'ciğim, bir de sürpriz ve hayalleri ekleyince ... Off gel cuma gell! 😊

9 Nisan 2016 Cumartesi

Sev, 12.08.2013, 22.58

Canım Dombili Şirin'ciğim, 

Toplum genelinde yaygın evlilik gerekçeleri, hakikaten tam da ifade ettiğin gibi. Zorunluluklar, maddi kazanımlar, toplumsal onay ihtiyacı ya da aşklar, hevesler.... Son yıllarda sıkça tanık olduğum en temel gerekçe ise  "çocuk istiyorum artık!" Fakat benim gibileri nasıl açıklarız,  bilemiyorum! Neredeyse ilk tanıdığı adamla ( 17 yaşındaydım) üniversite  dahil 7 sene flört edip, evlenmekle ilgili en küçük bir hayal dahi kurmayan, 24 yaşında gelinlik giymiş, aydın bir ailede yetişmiş, -sanırım- modern, -sanırım- eğitimli bir kadının evlilik gerekçesi mesela? Hem çok basit hem de çok karışık gibi, değil mi? 

Asil de senin gibi Şirin'cim. Ne güzel yazmış. Öyle doğru ki söyledikleri. Aslında kadın-erkek "birlikteliği" dışında, her türlü insani iletişim biçimi gol atmak ve gol yemek üzerinden yürüyor sanki genelde. Fakat bu sevmekten uzak,  savaşmaya yakın üslup, bence doğanın yasası değil; düpedüz sistemin (kapitalizmin) yasası olarak sızdı insanın ruhuna, kendi oluşturduğu çatlaktan. Her yerde bitmeyen maçlar; evlerde, işyerlerinde, otobüslerde, sokaklarda, lokantalarda, okullarda....Fakat kardeşim(ağabeyim), ancak tanıştığında anlaşılabilecek güzellikte ve özellikte bir adam... Değil gol atmak çabası; ne eşini, ne beni ne de ailemizi tek bir gün dahi yormadı ve yaralamadı desem inanır mısın? Gerçek bir sabır, sükunet, denge ve asalet sembolüdür o... Sanırım başka değer yargılarıyla, başka toprakların bambaşka algı ve üslubunda yetişmiş insanların çıkmaz sokaklardan çıkışlar ararken yaşadığı umutla, artık bulamayacağına ikna olduğu an arasındaki yorgunluktu bizimki. Bir yerden sonra da "korunmayı öğrenerek" akışa bırakmak kendimi... "

Canım dombilim cuma buluşmak için süper bence. Hem ertesi gün iş de olmaz, rahat rahat otururuz seninle... Kaçta çıkıyorsun? Ve önerdiğin bir yer var mı? Şimdiden mutluluk sardı içimi 😊

4 Nisan 2016 Pazartesi

Şirin, 11.08.2013, 22:42

Merhabalar pembe dombili akidem,

Ağabeyinin ilişkisi hakkında anlattıkların, Asil'in bir zamanlar bana "ilişkiler" ile ilgili yazdıklarını hatırlattı. Aynen aktarıyorum:

"Birçok insan ilişkilerini "birliktelik" olarak yaşamak yerine maç havasında yaşıyor. Birlikte öğrenip içlerindeki potansiyeli güzelleştirmek adına kullanacakları enerjiyi gol atmak ya da gol yememek için harcıyor. Neden? Bilemiyorum, belki de maç etmeyi toplumsal koşullara bağlı değil, doğrudan değişmez bir doğa yasası olarak görüyor... Ya da böyle bir şeyi hiç farketmiyorlar bile...böyle olunca da bir tarz yaratmak zorlaşıyor. İlişkinin kendine özgü bir havası, bir dili oluşmuyor.

Asil'in dediği gibi belki gelin hanım belki de Ağa bey, bize küçüklüğümüzde öğretilmeyen sevgiyi, el yordamıyla tanımaya çalışırken bocalamış olabilirler. Gol atmaya çalışırken hem kendilerini hem de izleyicileri olan sizleri yormuş olabilirler...

Asil'le  tanıştığımda bana ilk söylediği şey "evlenmek istemiyorum" açıklamasıydı. "Asil'le, "Evlilik" konusunda çok yazıştık, çok konuştuk. Evliliği teknik bir konu olarak görmemiz gerekliliğinden bahsettik. Hatta bir keresinde:

"Evlilik var, köyde aile çocuğunu başgöz eder; Çeşme başına gidip birine kaçmasın diye... Evlilik var, adam kızı kaçırır ya da tecavüz eder yakalanır, cezadan kurtulmak için evlenir... Evlilik var, aşiretler arası ya da şirketlerin birliği, güçlerin toplanması amacıyla kurulan evlilikler... Evlilikler var sırf bazı şeyleri toplumun gözüne cici göstermek için... Evililik var, bıkmışlar çeşit çeşit iliskilerden bi de bunu deneyelim demişler... Evlilik var kız ana- baba evinden, evde ki baskından kaçmak için evlenir... Evlilik var, sırf anne baba torun istediğinden... Evlilik var, sırf kapital nedenler için... Evlilik var, bazılarının ikili ilişki yaşama lüksü yoktur... Evlilik vardır, aşkın gözü kör ettiği anda verilen karardır"

Diyerek uzun uzun yazmışım. Bu teknik konu hakkında seninle bolca söyleşiriz.

Hamiş:
1. Yarın uzun Bayram tatilinden sonraki ilk iş günümüz, kolay gelsin hepimize.
2. Sen yazdıktan sonra Asil'le yazılmışlarımıza baktımda, sanırım dediğin gibi bazı olumsuzluklar, hayatının başka yanlarını olumlayarak beslemiş. En basit örneği; ilişkimizi ezbere yaşamlardan farklı kılmak için elinden geleni yaptı ve hala yapıyor. Onu üzmemek için elimden gelen herşeyi yapacağım.
3. Perşembe ya da cuma günü buluşmak için ne dersin?

3 Nisan 2016 Pazar

Sev, 11.08.2013, 01:00

Canım dombili Şirin'ciğim, 

Seni ve aileni görmek bizim için de çok güzeldi. Tatil sürecinde en keyif aldığım saatlerdi desem, inanır mısın?

Dedikoduyu en iyi nenen tarif etmiş dombilim. Muhteşem yaa... "Osuruklu göt gibi". Tek fark; osuruk rahatlatır, dedikodu huzursuzlandırır insanı. Çünkü bilirim ki Şirin'ciğim, aslında yaparken çok keyifli bir şeydir dedikodu ama, dediğin gibi "boka sarmanın ilk safhasıdır". Hele konuşulanın duyulmasının birine verebileceği zararı ya da üzüntüyü hiç umursamayacak mizaçta kişilerle yapılmışsa! Aslında bizi üzen kişileri ya da olayları hayat duruşuna güvendiğimiz ve sevip-sevildiğimiz insanlarla paylaşmak başka bir şey; "anı" anlamsız da olsa kalabalık geçirmenin en kolay ve en "boktan yolu" olan dedikoduyu, günübirlik, güvenilmez, sevgi biriktirilmez, saygı geliştirilmez insanlarla yapıp, bizi ne zaman vuracağını bilemeyeceğimiz  bir kötülüğün ortasına düşmek başka bir şey. Karşılıklı ilişki geliştirilebilir insanların ortak özelliklerinin en önemlilerindendir "dostunun, arkadaşının sırrını taşıyabilir ve bir gün düşman dahi olsa seni o sırla vurmayacağına inanılır" olmak. Bulmak, dediğin gibi çölde bir vaha bulmaya eş oldu artık ne yazık ki! Ama Şirin'ciğim, insan kendisi belirliyor aslında bazı şeyleri... Neyi istemediğini anladığı an, neyi istediğinin de mesajını ve enerjisini yolluyor aynı anda sisteme. Bir dua gibi, bir dilek gibi, bir hedef gibi yayılıyor isteklerimiz ve bize doğru yola çıkıyor kesinlikle...Buradaki püf nokta; her yaşadığın acıdan sonra, kendine dönebilmek ve "biraz daha acı çekmek pahasına" yanlışını görebilmek ve en önemlisi sana ve ruhuna iyi gelmeyen insanların ve olayların elinden geldiğinde "dışına çıkabilmek"... Her gün görebilir, konuşabilir, gereklilikleri paylaşabiliriz ama "içimizde değilse" hepsinden korunabiliriz kolaylıkla....Ardından sana ve ruhuna iyi gelen, sevgiler, güzellikler, anılar biriktirebileceğin, emeğine karşılık bulabileceğin, saygı duyan ve saygı duyabileceğin, güvenebileceğin, tüm defolarınla kendini açabileceğin, yaşarken aldığın hazzı paylaşabileceğin insanları istemek ve "içine davet etmek" Şirin'ciğim.... Hayatta üç şeyi hızla çekiyoruz kendimize çünkü; biri çok korktuklarımız, diğeri çok kınadıklarımız,  en önemlisi de çok istediklerimiz.... Çok isteyelim dombili dombilim... 

Bu arada "Bıcır Bıcır" sıfatına bayıldım anneciğinin. Kendisine teşekkür ederim, çok zarif bir ev sahibesiydi zaten, çok sevdim ikisini de.:)) İstanbul'a gelince mutlaka bana da getirmeni isterim onları:))

Canımın içi, buluşmamız beni de çok heyecenlandırıyor. Yarın tekrar başlıyorum diyete, söz. Seni çok seviyorum ve sevgiyle öpüyorum:))

2 Nisan 2016 Cumartesi

Şirin, 10.08.2013, 11:10

Pembe dombili akidem,

Ne iyi ettiniz de geldiniz. Annemin söylemi ile "bıcır bıcır" halini görmek mutlu etti bizleri. Dün sabah kahvaltıda annemle çok sevdiğimiz ama bazı huylarını anlayamadığımız bir ahbabımızdan bahis açıldı. Annem : "Çok şaşırıyorum. Onca yıl yöneticilik yapmış ama nasıl dedikodu seviyor ve yapıyor. İnanamadım" dedi. "Annecim bizim iş yerlerinde farklı olduğunu mu düşünüyorsun? Herkes dedikodu ile besleniyor" Ardından ekledim ve "İşte bu nedenle "Sev" tıpkı çölde bir vaha" dedim. Annem, "Vavvvvvvvvvvv" diyerek hem memnuniyetine hem şaşkınlığına ünlem koydu.

Sende bunları okurken kıs kıs gülme. Amacım süslü laflar etmek değil ama hakikat böyleyse çekinmeden yazarım. Öyle değil mi dombilim, etrafımız dedikodu kumkumaları ile dolu değil mi? O dedi bu kodu. N'oldu? Elinize ne geçti? Öyle çekiştiriyorlar ki ötekini berikini bire on katıyorlar. Ötekinin yokluğunda asıp kesiyorlar ve öteki hiç bunları bilemeden ötekileştiriliyor. Pörsümüş, yıpranmış bu tür ilişkilere bazen istemesekte ortak olmuyor muyuz? Aaaaa bir de bakmışız bizde konuşuyoruz. Hem de nenemin dediği gibi "osuruklu göt gibi". Boka sarmanın ilk safhası değil mi dedikodu? Sarkık düşüncelerin yorgunluğu daha ağrılı olduğundan karşılıklı olarak ilişkilerimi geliştireceğim kişilerle olmayı bile ve isteye tercih ediyorum. 

Dün öğle vakti Asil'in ailesine geldik. Bugün evimize gitmek için yola çıktık. Dilimi ısırarak söylemek isterim ki, trafik şimdilik fena değil. Umarım sizde rahat bir yolculuk yaparsınız. Yolculuk deyince, birlikte mutlaka bir seyahat planlayalım. 

Hamiş:
1. Bazı kadınların naturasında mutsuzluk mayası doğuştan var sanki. Ayşe Kulin'in "dönüş" romanındaki Eda, böyle bir kadın. Roman karakterlerinin yaşantılarımızın içinde olması ne tuhaf! Dün Asil'in annesinin yüzünde, sesinin renginde ölesiye bir mutsuzluk sezdim. Bu hal beni inanılmaz rahatsız etti. Etrafı uçuran rüzgara kapılıp evimde olmayı çok istedim ama beni rahatsız eden asıl nedenin annenin mayasındaki mutsuzluktan ziyade kocamın hüznüydü. İşte o an söz verdim. Saçma safsatalar ile mutsuz olmayacak ve  Asil'i üzmeyeceğim. Bu konuyu uzun uzun konuşuruz.
2. Pembe bıcır bıcır dombili akidem (sıfat tamlamam ileri yıllarda kimbilir ne hale gelecek:)) öperim kocaman, buluşmamız beni heyecanlandırıyor. Buluşana kadar zayıflamaca:)