25 Eylül 2011 Pazar

MAVİ YOLCULUK- 4


Sabah çok erken uyandım. Güvertede yattığımız için kafamı kaldırdığımda kaya mezarlarını gördüm. O denli görkemli gözüküyorlar ki… Yüzlerini Akdeniz’e çevirmiş, üç bin yıldır ne kadar güçlü olduklarını anlatmaya çalışan büyüleyici bir mimari ile selamlaşıyorum… Fethiye’nin orta yerinde yapılan kazılar neticesinde çıkarılan antik tiyatro kalıntıları da kentin antik dönemdeki yerleşimi hakkında bilgi veriyor. Statüsü yüksek kişiler için yaptırılan bu mezarlar şimdilerde de şatafatı ile öylece ama sessizce duruyorlar.






Altı çeyrekte iskelede çıplak ayakla yürümek çok tuhaf. Ağustosta olmamıza rağmen nemli olan ahşap zemin içimi ürpertiyor. Hiçbir şeyde ses yok. İç sesim bile suskun. Huzur bu olsa gerek. Sessizliği fotoğraflamak istiyorum. Deklanşörün sesi bir katliam sanki. Suskunluğa bir an evvel kavuşmak istercesine, arkada arkaya çekiyorum anı... Sonra oturuyorum, güneşin doğuşunu selamlıyorum. Güneş, kendini bekleyen biri ile ansızın karşılaştığından hızla yukarıya tırmanıyor. Arkadaşlarımın yüzünden bir makas alıyor.  Güneşin yanaklarımızda orta parmağı ve işaret parmağının bıraktığı izle etrafımıza mahmur mahmur bakıyoruz. “Mahmur bakışlı dilberim, seni ben candan severim” şarkısını söyleyen iç sesimi duyuyorum. Uyanıyoruz…
Mahmur ile Mahmure

Kahvaltıdan hemen sonra yola çıkacaktık ama kumanyanın gelişini çok fazla bekliyoruz. Bilgi çağını yaşadığımız bu zamanda, kumanyanın gelişi bu denli sıkıntılı olmamalıydı. Mavi turun güzergahı belli olduğu için, kumanyayı getirecek marketin internet adresine düşecek bir bilgi mesajı ile marinada nerede bağlı olduğu belli olan guletimize kısa sürede hizmet verilebilmeliydi diye düşünüyoruz.  Bu konuda zamanla yol alacağımızı ümit ediyoruz.


Azığımızı aldıktan sonra, yola koyuluyoruz.  Bolca yelkenli görüyoruz. Dolmakalem ucunu andıran yelkenlerden etrafa mürekkep damlıyor sanki.  Büyülü bir şeyler anlatıyor, yazıyorlar… Binlerce büyülü şey aynı anda göze geliyor, aynı anda dile geliyor. Zihnimizde mavi ve beyazdan oluşan müthiş bir cümbüş var. İçimizde düşünceler halay çekiyorken, Göcek Adası’nın karşısındaki koyda demir alıyoruz.



Zaman deniz gibi, derin, anlaşılmaz ve hızlı… Ne zaman akşam vakti oldu anlamadık. Tuzdan arınmak için duşumuzu aldık. Güverteye mis kokular içinde çıktık. Akşam yemeğinden önceki ritüelimiz gereği kürdan saplanmış zeytin, üzerine zeytinyağı gezdirilmiş peynir ve çerezlerimiz ile içkilerimizi yudumluyoruz. Mavi yolculukta en keyifli anlar akşam yemeğini beklerken yapılan sohbetler. Ordan, buradan, şurdan derken her konuya dokunuyoruz. Ucuna karides taktığımız oltalara balıkların gelmesi için neredeyse belimizden aşağı misina ile denize sallanıyoruz ama yalnızca muhabbet yakalıyoruz. Yakamozları görmek için,geceyi bekliyoruz,  



Denize atladık, kulaç attık ama yalnızca karanlığı kucakladık. Yakamozlar çekingen çıktılar, hiç göze görünmediler bu gece. Özkan bunun üzerine: “2002, 19 Aralık akşamı Basra Körfezi’nden geçerken yanımda olmanızı o kadar çok isterdim ki. Geceleyin tüm yıldızlar denize düşmüştü sanki. Deniz yıldız yıldız parlıyordu. Baş tarafa gittim. Geminin yıldızları nasıl yarıp etrafa uçuşturduğunu görmek istiyordum. Bir de ne göreyim, bir yunus sürüsü gemiyle yarışıyor ve hepsi yakamoz yakamoz parlıyor. O gece her şey bir rüya gibiydi.” Diyerek yakamoz öyküsünü anlattı. Gecenin karanlığında yüzerken kollarımızdan yakamoz akmasını dileyerek kıç tarafında uykuya kaydık.

Hamiş:

Islak mayo ile dolaşmamak için yanınıza bolca mayo, bikini almalısınız. Tekne hareket ettiğinde de bikinileri astığınız yerden toplamalısınız. Aksi halde astığınız yerde bulamayabilirsiniz.

31.08.2011’Göcek-Mavi (dördüncü gün)

Sabiha

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder