İstanbul-Perşembe
Dünyanın çivisi mi çıktı ne? On gün sonra Eylül ayını sonlandıracağız ama yaz gitmesi gerekirken ayak diremekte.
- “Git-mi-yo-rum!”
Hoş, bence hava hoş. Sıcak bir mevsimin çocuğuyum. Güneşin sırtımı, başımı ısıtmasını her zaman sevmişimdir. Yaz mevsimini oldum olası sevdim.
Dün, İnsancıl Dergisi’nde Cengiz Gündoğdu’nun güncesini okudum. Annesi O’na, insanların ölünce bulut olup, gökyüzüne çıktığını söylermiş. Sonra da yağmur olup, insanlarla buluştuğunu... “Bugün gelen bulut kocaman, bütün gökyüzünü kaplıyor. İçinde mutlaka Aristotales vardır” diye yazmış güncesine.
Bulutları severim. Gökyüzünde pamuk şekeri gibi dururlar. Hele birde içlerinde gözyaşı saklı ise, renkleri hafif kararmış bu pamuk şekeri kıvamındaki bulutlardan, etrafa sanki yanık şeker kokusu yayılır. Ama hiç düşünmemiştim, bulutların içinde Aristotales’in olacağını. Kendi kendime, “Üzerime kimin yağmasını isterim acaba?” dedim. Sanırım çok uzun sürmedi ve hemen “İssis olsun” diye yanıt verdim. Ellerime, yüzüme, saçlarıma Tanrıça İssis dökülsün ki yarı ölümlü olayım...
“Psikaniliz Yazıları” adlı bir kitap okuyorum. Kanadalı psikanalist Julien Bigras, “Anılar sonsuz büyük, gelecek ise küçük. Ama seçim hakkımız yok ki” diyor. Yapılacak şeyi yapıyorum, seninle yaşadığım o muhteşem günlerin, anıların büyüsünü kucaklıyorum. Çağrışımlar: akvaryumun ışığı, balık gölgelerinin çıplak vücutlarımıza yansıması, gündüz düşleri... Seni çok özlüyorum.
Hamiş:
1. Bugün, Rio Brova'da Ergül Hanım ile kahve içtik, sohbet ettik. Seni anlattım. Senin beni arkadaşlarına nasıl anlattığını merak ettim.
2. Seni seviyorum.