5 Mart 2017 Pazar

TAYLAND 8, AYUTTHAYA


“Uyuuuu” fısıltısıyla, rüya aleminin en derinliklerinde çok güzel bir uyku çektikten sonra Tayland’ın eski başkenti Ayuttha’ya gitmek için uyandık. Kahvaltımızı yaptıktan sonra, yine kırk numaralı otobüsümüze bindik. Sabah olduğundan olsa gerek ayakta kalmadık. Şehrin sabah mahmurluğunu otobüsün açık penceresine kolunuzu dayayarak izlemek şahaneydi. Rengarenk taksiler, slalom yapan tuk tuklar, bisikletler, motorsikletler… Hemen başımızın üzerinde bir sağa bir sola dönen vantilatörün değişmeyen ritmi ve gördüklerimiz bir film sahnesinin içindeymiş izlenimi veriyordu. Yarım saatlik bir yolculuktan sonra istasyona ulaştık. Tren ulaşımının büyük bir çoğunluğunu yapan 1916’da hizmete açılan Hua Lamphong Tren İstasyonu’nda sabah içtiması vardı. Ben onları çaktırmadan fotoğraflamaya çalışırken bizimkiler biletimizi almışlardı.

Saat 9.30 olmasına rağmen 9.25 trenine binmek için hızla koşmaya başladık ve yetiştik de. Tren çok kalabalıktı. Üç kişilik oturaklarda iki kişi oturan yolcuların yanına, yüzümüzdeki minicik mağdur tebessümlerimizle sığınmacılar gibi yanaştık. Bazılarından karşılık aldık, bazılarının bozulmuş yüzleri ile karşılaştık ama yerleştik. Bilette varış 11.27 yazdığına göre iki saatlik yolumuz vardı ve oturma izni almaktan başka çaremiz yoktu. Trene yetişmesine yetişmiştik de onun bir yere yetişme telaşı hiç yoktu. Bekledikçe akrep yelkovanı daha yavaş kovalıyor, beklerken yine tecrübe ettik. Saat 10. 10 geçerken artık oturacak yer ve nefes alacağımız hava kalmamıştı. Onu yirmi geçerken tren bir yekindi kalkamadı, sonra toparladı kendini öne doğru attı. “ha gayret bir gayret” diye diye kendini motive etti ve yola koyuldu. İçimden tek kelime yankılandı “nihayet!”

Trenimiz Bangkok’un tüm istasyonlarına uğradığı için seksen kilometrelik yolculuğumuzun iki saatten fazla süreceğini düşündüm. Bu arada biletimiz üçüncü sınıf ve 15 Bahtı. Yani 1,5 TL’ye yolculuk ettik. Belki de bu konuya dikkat etmek lazım. Trenle yapacağınız yolculuklarda trenin hızlı olup olmadığını sormalısınız.

Trenin içi bir dünya. Bi’dünyada neler görmedik ki…Karşılıklı oturan kişilerin arasına, ara istasyonlardan binen ayakta yolcular, karmaşanın içinde bir şeyler satmaya çalışan satıcılar, öğleye doğru vagonun içine dolan yakıcı güneş, oranıza buranıza çarpan çantalar, yemek ve nem kokusu, anlamadığımız değişik tınılı dilin dile gelmesi, havada uçuşan anlaşılmaz kelimeler ve nihayet ulaştığımız Ayutthaya!

Düzinelerce yapı bulunan Ayuttha’yı bir günde gezmek mümkün olmayacağı için “Hoş bulduk eski başkent” dedik ve hemen bir tuk tuk aradık. Bizi gezdirecek olan tuk tukun şoförü genç bir kızdı. Juli ile tüm gün için 800 BHT’ye anlaştık. Dört kişi için oldukça uygun bir fiyat diye düşündük ve başladık gezmeye.

13. Yüzyılda kurulan ve1991 yılında UNESCO Dünya Mirası listesine girmiş bu antik kenti gezmeye büyük bir heyecanla başladım. Dört yüz yıl çok görkemli günler geçirmiş bu kent, Burmalılarca işgal edilerek, yakıp yıkılıp talan edilmiş. Kentin epey hırpalandığını yanık izlerini görünce anlayabiliyorsunuz. Bir dünyalının bir başka dünyalıya zulmü hiçbir dönem bitmemiş. Meyve veren ağaç taşlanır misali 1700 yıllarda nüfusu bir milyona ulaşan ve Asya’nın ticaret merkezi haline gelen bu kent göze gelmiş, istila edilmiş. Sonra başkent sınırlarını Bangkok yakınlarına taşımış ama hep eski güzel günlerini iç geçirerek anmış.

Nehirler ve kazılan kanallarla bir ada halini almış Ayutthaya’da onlarca Budist tapınağı var. Wat Phra Mahathat Tapınağı’ndaki Buda kafası en çok fotoğraflanan yer. Ağaç kökleri arasında kalan Buda kafası, aklınızın en güzel köşesinde yerini alıyor. Ağaçta çok güçlü bir ruhun yaşadığına inanılıyor ki, köklerin içinde beliren kafa bunun bir kanıtı sanki.

Wat Phra Si Sanphet Tapınağı, başkentin en büyük tapınak kompleksiymiş. İştihamlı üç kulesi ile bizi selamlardılar. En hoşuma giden Wat Lokayasutharam Tapınağı oldu. Budanın öldükten sonra Nirvana’ya geçişini canlandırdığı Uzanan Buda heykeli şahaneydi. Lotus çiçeklerine başını yaslayıp eşsiz gülümsemesi ile yatan Buda’ya bayıldım. “Yattım uzandım lotusların üzerine keyfim yerimde” diyen heykele göz kırptım, anladık birbirimizi.

Nehrin kıyısındaki tapınağı gezdikten sonra aklım lotus çiçeğin verdiği huzurda tıngır mıngır döndük Bangkok’a. Yarın kim bilir neler görecek bu gözler diye düşünürken tıngır mıngır uykuya daldım uzanan Budayla…

 

Bayankuşbakışı Tespitler:

1.     Yollarda seyyahlar ile karşılamak çok güzel. Hele hele bir de Türk gezginler ile karşılaşmak şahane. Hemen hemen tamamı Taylandlı olan yolculardan oluşan trende Baykuş gitti Orhan isimli bir gezginin yanına oturdu. Yürüyerek dünyayı gezecekmiş. Dört yıl sürmesini planladığı yolculuğunda hep yolu açık olsun. “evimyollar.com” isimli bloğundan takip edebilirsiniz.

2.     Ayutthaya’ya iner inmez ilk önce dönüş biletimizi aldık ama alırken “hızlı mı” diye sorduk. Nispeten daha konforlu koltukları olan trenle yine tıngır mıngır döndük Bangkok’a. Beklentileri düşürürseniz her zaman mutlu olursunuz.

3.     Tayland’da tüm erkekler, hayatlarında en az bir kere rahip, yani “monk” oluyormuş. Gerçekten monk olmak büyük bir itibar nedeniymiş. Monk olmadan önceki gece rahip adayı yakınları yemeğe davet ediyor ama kendisi yemek yemiyormuş. Ertesi gün tapınağa giderek, saçını kazıtıp, giriş gelenekleri tamamlayarak iki üç rahiplik yapıyormuş. Kavuniçi renkli rahip kıyafetlerini giyerek halkın kendilerine verdikleri yiyecekleri kabul ediyorlarmış.

4.     Ayuttahaya’daki tuk tukların ön aksamı Star Wars, Dart Vader askerlerine benzetilmiş. Galaktik İmparatorluğu’ndan fırlamış araçlarla geziyorsunuz beş yüz yıllık antik kenti.

5.     Lotus çiçeği, zihnin duruluğunu ve ruhun saflığını temsil ediyor. Budizm ve Hinduizm’de mükemmelliğin somut sembolü olarak kullanılıyor.