25 Şubat 2017 Cumartesi

TAYLAND 7, MELEKLER ŞEHRİ BANGKOK

Tayland'ın başkenti Bangkok, uçan trenleri, kalabalık trafiği, yüzünüzü yalayan ıslak nefesi, şaşırtan kokusu ile sizi karmaşaya hemen hazırlıyor. 
İlk önce kokusundan başlayayım. Bangkok'un kokusu: okul önlüğü ütülendiğinde, yıkanmasına rağmen yapış yapış nem kokar ya işte biraz ütülenmiş kara örnük; dere kenarındaki taşın altında yaşam bulmaya çalışan yosun; sıkmayı unuttuğumuz ıslak bez parçası; antik zamanlardan kalma bir kitap; bolca sarmısak, zencefil; bir tutam keşmekeş; lağım akan dere, ara sıra limon kolonyası...
İşte bu karmaşık kokunun eşliğinde havaalanından metro ile Bangkok'un merkezine gittik. Bir taxi ile anlaşarak (başkentin taksi şoförleri taksi metre açmak yerine pazarlığı tercih ediyorlar) otelimizin olduğu Pin Klao bölgesine ulaştık. Otelimize yerleştiğimizde saat ilerlemiş olduğundan vakit kaybetmeden kendimizi dışarı attık.
İstanbul’da kar yağarken, Bangkok bizi sıcağı ve karmaşası ile kocaman kucakladı. Kırk yıllık başkentliymişçesine hemen 40 numaralı otobüse atladık. Poyraz’ı gören yaşlısı genci, hemen yer vermek için yeltendi. Bu ülkede çocukları çok seviyorlar. Batılı çocuk da onlara sanırım çok farklı geliyor ki yüzlerinden düşmeyen kocaman bir tebessüm ile izliyorlar. Bilet kesen kadınlar biraz asabi gözükse de dilimizi anlamasa da yardımcı oldular ve bizi “China Town”a bıraktılar.
Gördüğüm en renkli Çin Mahallesi’ne geldik. Çin yeni yılı kutlandığı için her yer kırmızı süslerle donatılmıştı. Bir rüyanın içine fırlatmışlar da kırmızı bir nehrin içine düşmüş balıklar gibi alık alık ama daha çok merakla baktık etrafımıza. Ejderha süsleri satanlar, yemeklerin çığırtkanlığını yapanlar, tuk tuk ile bir yere yetişmeye çalışanlar, kalabalıktan olduğu yerde kalan arabalar, kırmızı giymiş güzel kadınlar, kendini zamana ve ana bırakmış Batılı insanlar, çekik gözlüler, eşek gözlüler, gülenler, neşeli harfler, gırtlaktan çıkan sesler, farklı diller…Beden yorulmasa akıl kal diyor ama dinlenmek için geldiğimiz yoldan kırk numaraya binerek gerisin geri otele döndük.
Bangkok, Tai dilinde "Krungthep", yani "Meleklerin Şehri" olarak biliniyormuş. Henüz tanışmış olsak da ben naçizane yeni bir isim veriyorum kendilerine: "Tezatlar Şehri" diye. Zengin-fakir, güzel-çirkin, tatlı-acı, sessiz-gürültülü, yeşil-gri, büyük-küçük, temiz-pis, cüretkar-muhafazakar, asabi-müsekkin, komik-esprili, azgın-müsekkin…Başıma yastığıma koyduğumda müsekkin yanı başımı okşadı. “yarın Ayyuthaya gidiyoruz, uyu uyu uuuuu” diye fısıldadı.
Bayankuşbakışı Tespitler:
  1. 28 Ocak 2017 tarihinde, en önemli Çin tatili, Çin Yeni Yılı kutlanmaktadır. Yeni Yıl başlangıcı 21 Ocak ve 21 Şubat arasında yeni aya düşüyor. Özellikle Doğu Asya'da Çin Yeni Yılı kutlandığı gibi, aynı zamanda dünya çapında da Çin nüfusunun büyük oldugu yerlerde de kutlanmalar yapılmaktadır. İşte bizde bugün kutlamalara ortak olan Taylandlıların sabah sabah patlattıkları havai fişek sesleri ile uyandık.
  2. Bangkok'u gezmek için taksi, tuk tuk, otobüs, metro, gök-tren kullanabilirsiniz. Taximetreyi açtırmanızı öneririm. Pazarlık yapmanızdan daha ucuza geleceğini tecrübe edip öğrendik.
  3. Bangkok'ta otobüste bilet kesenlerin hepsi kadın. Otobüsün içinde para ödeyerek bilet alabiliyorsunuz. 
  4. Vantilatörlü otobüsler 9 BHT; klimalı otobüsler ise 15 BHT… Teknik donanıma göre değişen bu durumda değişmeyen tek şey otobüslerin çok çok eski olmasıydı.
  5. Metroya binmek için yolcular sağlı sollu bir çizginin arkasında inenleri medeni bir şekilde sakince bekliyor, inen kalmayınca efendi bir şekilde biniyorlar. “Yarab bize de nasip et!”
  6. Ben Kral'ın yerinde olsaydım, ilk icraatım naylon torbaları yasaklamak olurdu. Kolayı dahi poşetlere koyup, pipetle hüpletebiliyorlar.   İşin kötü yanı her türlü yiyecek, içecek için naylon poşet kullandıklarından ister istemez her yer muazzam atıkla dolu.
  7. Taylandlılar maaile motorsiklet ile yolculuk ediyorlar. Misal önde en küçük çocuk, arkada anne yahut baba ve en arkada büyük çocuk. Kesinlikle kask takmıyorlar.
  8. Viyadükler... çift katlı, tek katlı, ince, uzun, yüksek, alçak, kaba, saba, bitmiş, bitmemiş, bitirilememiş, gri, karanlık, hantal, sıkıcı viyadükler... 
  9. Bangkok’un Tayland dilinde resmi ismi 166 harften oluşan "Krung Thep Mahanakhon Amon Rattanakosin Mahinthara Yuthaya Mahadilok Phop Noppharat Ratchathani Burirom Udomratchaniwet Mahasathan Amon Piman Awatan Sathit Sakkathattiya Witsanukam Prasit"tir. Bu ad aynı zamanda Dünya'nın en uzun yer adıdır.
  10. Herkesin söylediği “ben orada yemek yiyemem” oluyor. O kadar farklı şeyler var ki. Merak bile size her şeyi yedirir. Hadi meraklı yanınızı dizginlemeye başardınız varsayalım, merak etmeyin pirinç pilavı, tavuk sizi doyurur. Hem de çok lezzetli tavuk yiyeceğinize sözveriyorum.

15 Şubat 2017 Çarşamba

Sev, 26 Ocak 2017, 10.26

Merhaba Sevgili Şirinciğim,


Uzun zaman oldu yazışmayalı...Aradan mevsimler geçti, dünün "doğruları" bugünün "yanlışına" geçti. Baş döndürücü bir hızla, kimler geldi kimler geçti... Dün ölümler vardı, bugün insan yanımızdan bir parça daha eksildi, güldük, geçti.


Yorgun bir öfkeyle yüklü insanları, izliyorum artık sadece. "Kendi hoşuna gitmeyeni başkasına ikram etme" demişti  bir Bilge. Oysa şimdilerde herkes yemeyeceği tabağı "başı dik, içi rahat" iteliyor diğerinin önüne.


Tuhaf ölçüde çok haklı herkes. Çok "durumun farkında". Çok ahlaklı. Çok iyiniyetli. Diğerleri kötü, hain, ahlaksız... Siyah ve beyazın ülkesiyiz sanki şimdilerde.  Gökyüzü sadece siyah ve beyaz. Renkler sustu çoktan, renksiz bir coğrafyada sinsi kahkahalar ve öfkeli konuşmalar çalınıyor kulaklarımıza sadece. Sanki öfkeden başka hiçbir şey bırakmıyoruz geleceğe...


Midemiz bulanıyor ama kusup rahatlayamıyoruz bir türlü! Söylüyoruz olmuyor, susuyoruz yetmiyor...Kardeşimiz duymuyor eloğlu duyuyor" sanki içimizin acısını artık. Kardeşimiz kafa buluyor tüm hassasiyetlerimizle. Ortak değerlerimiz eriyip giderken, gerçek sebepler ve sonuçlar üzerinde düşünecek vakit yok. Yaşamımızı ve emek verdiklerimizi ayakta tutmaya çalışmaktan yorgunuz, çok... Tam da istendiği gibi! Çalışan, tüketen, konfora bağımlı kılınan yaratıklara dönüştük göz açıp kapayana dek.


Başlangıcını anımsıyoruz bu sürecin de, nasıl bu kadar hızlı dönüştüğümüzü hiç anlayamadık sanırım. Tükürüğündeki enzimle uyuşturup, biz uyurken bir yerlerimizi kemiren vahşi hayvanlar gibi tüketti sistem ruhumuzu, acıyı hissetmedik uyanana dek... Farkettik kimilerimiz ama yetmedi sesimiz bağırarak konuşanların, oyunu hileli oynayanların sesini bastırmaya. Birileri bize sürekli anlatıyor bir yerlerde; ne düşüneceğimizi, neye inanacağımızı, kime öfke duyacağımızı. Tek bir ismi olsaydı içinden geçtiğimiz dönemin: "Öfke ve Empati Yoksunluğu Dönemi" olurdu şüphesiz...


Ailelerimiz paramparça. O bile uyandırmıyor bizi derin uykulardan. Düşmemeliyiz, düşersek elimizden tutacak kardeşimiz de yok artık çünkü! Eloğlu bazen daha çok kardeş, acımızı hissederken...


"Bir terslik var, seziyorum" desek, belki başlangıç olacak ışığa doğru ayağa kalkmak için. Ama yok! Suçlu hep dışımızda çünkü. Biz, üslubumuz ve tercihlerimizle muhteşemiz! Biz bağırabiliriz, bize kimse bağıramaz! Biz eleştirebiliriz, bizi kimse eleştiremez! Biz başkalarının değerlerini yargılayabiliriz ama bizim değerlerimizi kimse yargılayamaz! Erkek kardeşimizin eşine ağzımıza geleni söyleyebiliriz, ama kızkardeşimize aynı kelime söylenirse, söyleyenin ağzını "caartt" diye yırtıveririz! Savunma mekanizmalarımız kendini görevlendirmiş; Pamuk Prenses'in Üvey Annesi'nin aynasından bile daha yalan sözlerle parlatıyor egolarımızı!



Artık eğitim sadece ufak bir detay, sanat olmasa da olur, "mış gibi yapmak" tek formülü herşeyi elde etmenin...


Eğitimi aşağılarken cahili yüceltmek; bağıranı güçlü görürken, medenice ifade edeni küçük görmek; kendi değerleri eleştirildiğinde derhal saldırırken, evrensel değerleri dahi aşağılamayı hak görmek; en yakın tarihten dahi ders çıkaramazken birilerinden duyduklarımızla tarih-siyaset- din uzmanı kesilmek; ilişkilerde üslup, nezaket, incelik, görgü ve estetiğe kendimiz hiç özen göstermezken, herkesten beklemek; aynı davranışı anne-babamız başkasına yaptığında savunurken, kayınvalidemiz  ya da arkadaşımız bize yaptığında çemkirmek; istikrarlı ve güvenilir olmayanları överken, güvenecek kimsenin kalmadığından şikayet etmek...Normal artık...

Evrensel ilkeleri ve etik değerleri değil beklemek, konuşmak dahi gülünç  bir hayalperestlik şimdilerde.



Sebep-sonuç ilişkisi ve idrak mekanizması dumura uğramış bir toplumun kendini ve kazanımlarını imhası sürecindeyiz, kısacası bu...



İşin en acısı, aynı gemideyiz. Üstelik Hz. Nuh'un gemisi değil nihayetinde gemimiz.  İdrak edenin yolculuğu da gemiyi delenle aynı yere...Hem de bile bile, göre göre...