Macahel aslında bir vadi...
Aşağısı Gürcistan Cumhuriyeti’nde, yukarısı Türkiye’de kalmış. Gürcüce kökenli
bir kelime olan Macahel, elimizin bilek kısmı (Maca) ve el (hel)kelimelerinin
birleşiminden doğmuş. Bilek, vadinin merkezindeki Camili Köyü'nü, el ise vadiye
yayılmış diğer köyleri ifade ediyor.
Sobelemek için arabamızla tıngır
mıngır hep yukarıya tırmanıyoruz. Macahel’in beşibiryerdesi Camili, Maral,
Uğurlu, Düzenli ve Efeler köylerini teker teker geçiyoruz. Karçal Dağların’ın
eteklerine gizlenmiş işte bu beşibiryerdenin zümrüt değerindeki yeşil
parlaklığı, içinde çağıldayan harmonisi, suyun serin kokusu, ormanın nemli
nefesinin tenimizde bıraktığı ıslaklığı, başımızı döndürüyor ve sobeleniyoruz.
Bakışlarımızda, “Macahel kendini ne güzel saklamışsın, güzelliğini buna mı borçlusun”
sorusu var. Tekrar ebe olmak değil de, cenneti bu kadar geç bulduğumuz için
üzülüyoruz.
Bunları düşünürken, kraliçe
Tamara’nın (*) yanımızdan geçtiğini görüyoruz. Yaşlı kayın ve ladin ağaçlarının
köklerinden gövdesine doğru yükselen dumanda, siste, bulut ya da rüyada… evet
evet olsa olsa rüyada; Tamara’nın büyük bir keyifle “kestane, gürgen, palamut,
altı yaprak üstü bulut, gel sen burada derdi unut, orman ne güzel, ne güzel”
diye mırıldandığını duyuyoruz. Gözümüze çalınanın, çocukken söylediğimiz şarkının naifliği ya da
gerçekliği miydi bilmiyoruz ama güzel Tamara’nın uçuşan eteklerini derin, koyu
ve kadim ormanın diplerinde görüyoruz. Sis yukarıya yükseldiğinde aslında
gördüğümüzün uçuşan bir etek değil, dağ lalesi olduğunu anlıyoruz.
Bir rüyadan kopmak için, uyandırılmak
gerekir ama İstanbul da ziyan olan biz kentliler, uyanmamak için Tamaranın
gövdesine Macahel yaylasına daha çok sokuluyoruz.
(*) Gürcü Kraliçesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder