7 Ocak 2012 Cumartesi

Daphne'nin gözyaşları, mermer tozları, kelebek rüyası- HARBİYE






Harbiye, Antakya’ya 7 km uzaklıkta, Seleukus ve Roma dönemlerinde de, çağlayanları ile tanınan ünlü bir sayfiye yeridir. Köşkleri, tapınakları ile efsaneleri ziyadesi ile hak eden bu mesire yeri, Ortadoğu'ya bağlayan karayolun üzerinde olduğu için konumu itibariyle, konaklama ve eğlence yeri olarak bölgenin turizm merkezi halini almıştır.





Harbiye'nin merkezinden vadiye baktığımızda Daphne’nin gözyaşı olarak bilenen çağlayanların turizm uğruna özelleştirilerek yollarının değiştirildiğini görüyoruz. Her yerden çağıldayarak akan şelalelerin suları bu nedenle azalmış. Tüm bu olumsuzluklara rağmen, çölde bir vaha gibi bizi davet ediyor güzel kokulu yaprakları ile defne ağaçları... Yazın sıcak günlerinde tüm Hataylıların rahat bir nefes aldığı bu cennet köşesi, yeme içme konusunda da kendini kanıtlamış. Ayaklarımızı suya sokarken, Yayladağı’ndan toplanmış taze kekiklerle yapılan salata ile, kemiksiz ızgara tavuğunu tükettikten sonra ağzımız tatlansın diye künefeyi demli çay ile midemize indiriyoruz.



Işık tanrısı Apollon’un umutsuz tutkulu aşkından kurtulmak için toprak anaya yalvaran güzeller güzeli Daphe’nin, bir defne ağacına dönüştüğünü ve bu olayın Harbiye’de geçtiğini Türkiye’de çok az kişi biliyor. Tanrıların başını süsleyen defne yapraklarından oluşan tacın sebebi aslında bu öyküde saklı. Çünkü, Apollon, Defne ağacından aldığı yapraklarla kendine bir taç yapar ve bu tacı başından hiç çıkartmaz. Tüm Apollon heykellerinin başında gördüğümüz defne yapraklarından yapılmış tacın sebebi budur. Daphne, mis kokulu gölgesi ile bizi sarmalarken, hala Apollon’un geleceği endişesi ile ara sıra korkudan titriyor, yaprakları kıpırdıyor.







Yeşil vadiden Harbiye’nin merkezine çıktığımızda ipekçi dükkanları ile karşılaşıyoruz. Eskiden Hatay’ın, Samandağ ve Harbiye’ye bağlı tüm köylerinde ipekçilik yapılırken, şimdi dört beş aile bu geleneği sürdürmeye çalışıyormuş. Tamamen el dokuması olarak yapılan ipek ürünler çok uzun sürede yoğun bir emek harcanarak üretiliyor. İpek böceği, ilk yazda 45 gün boyunca dut yaprağı yedikten sonra, koza üretmeye başlayıp, başının iki yanından ipek salgılıyormuş ama hiçbir zaman kelebek olamıyormuş. İpeksi dokunuş denilmesinin nedenini şimdi daha iyi anlıyorum. İpek bir eşarba dönüşen kozadaki böcek, rüyasında gördüğü kelebeğe öykünürken bir kadının omzuna sanrısındaki kelebek misali hafifçe dokunduğundan o tarif edilmez yumuşaklığı hissediyoruz. Kelebek dokunuşlarını duymak için ipek şalları satın alıyoruz.










Tarihe hayat verdiği söylenen heykel ustası Abdullah Özalp’ın atölyesini arıyoruz. Bulduğumuzda Sokrat’ı yontuyordu ve mermer tozlarından aslında kendisi bir heykel olmuştu. Ayağa kalkıp, bizlere hoş geldiniz dememiş olsaydı, onun bir yontu olduğuna yemin edebilirdim. Atölyesine girdiğimizde hangi heykele bakacağımızı şaşırıyoruz. Masum taştan bakışları ile bizi süzen Medusa, Afyon mermerinden yapılmış Aristotales, Daphne’nin ardından koşan Apollon, tanrıların tanrısı Zeus’un sessiz otoritesi ile atölyenin zemininde öylece duruyorlar. Babası Şıh Ali’nin öğretileriyle büyüyen Abdullah ağabey, hiçbir akademik eğitim almadan, kitaplardan öğrendiklerini taşın üstüne uyguluyor. Heykellerde iki bin yıllık çizgi o denli yakalanmış ki, alıcılar eski eser kaçakçılığı gibi problemler ile karşılaşabilirler. Abdullah ağabeyin kendi deyimi ile “unique” (benzersiz) eserlerin hepsini almak istiyorum. Sokrat, Platon ve Aristotales’i binlerce yıl sonra yan yana getiriyorum. Sessiz sohbetlerini bozmamak için üçünü de satın alıyorum.





Defne yaprakları ve meyvesinden çıkarılan defne yağı, bir iksir gibi romatizma ve cilt hastalıklarında kullanılıyormuş. Defne yağını çıkaran bir sanayi olmamasına rağmen, köylülerce 8-10 saatlik basit bir prosedür ile yağ ve sabun yapılıyor. İpekten keselerin içinde satılan hoş kokulu defne sabunlarını alıyoruz. Defne sabunu ile yıkandığımızda Daphne gibi güzelleşeceğimizi düşlüyor, kelebekleri omzumuza atarak, çantanın içindeki bilgelerin sohbetini bölmeden Antakya’ya dönmek üzere efsanelerin kenti Harbiye’den ayrılıyoruz.



Mart 2011’Harbiye-Antakya

Sabiha

2 yorum:

  1. O modern bir seyyah..Aynı zamanda gezip gördüklerini tarihi bütünlük ve özenle çekilmiş fotograflarla bizlerle paylaşan Sabiha Çetinkaya Kuş yazılarının devamını bekliyorum..

    Fatih M. Özcan

    YanıtlaSil
  2. Sevgili Sabiha, Harbiye'yi, Abdullah usta'yı, mitolojik öyküyü senden okumak çok keyifli , elimzideki değerleri görmemizi sağlıyorsun. Her yaz seni burada ağırlamak isteriz. Bizi bu kadar seven ve bu kadar değer veren bir dostumuzun yazıları en değerli referansımızdır... Fevzi Randa

    YanıtlaSil