
Dün herhangi bir yolculuk için değil, yalnızca Eskihisar'ı gezmek için çıktık yola. Banliyo treni ile Gebze'ye gittik. Trenden indikten sonra, oto tamircisi bir ağabeyden, Eksihisar tabelalarını izleyerek limana giden yolun üzerindeki üst geçitten karşıya geçip, vadiden aşağı kendimizi bıraktığımızda Eskihisar'a ulaşabileceğimizi öğrendik. Vadinin başında Almanlar tarafından yapılmış Haydarpaşa-İzmit Demiryolu Hattı Taş Viyadüğü ayaklarını gördük. Yaklaşık 140 yıl önce yapılan bu ayaklar dimdik ayakta durmaktalar. Kış güneşi ile yeşillenmiş çayırlarda renkli paltoları ile çocuklar top oynuyorlardı. Tepelerdeki evler birkaç katlı apartman şeklinde inşa edilmiş ama o kadar sakil, o denli pespaye gözüküyorlar ki, yapı(sız)lanmamıza hayıflandık. Dere boyunca evlerin çehrelerinin değiştiğini iki üç katlı vilların inşaa edildiğini izledik. Yirmi dakikalık yürüyüş sonrasında Eskihisar Kale'sine ulaştık.
Yüksek bir tepe üzerine kurulan bu kalenin, körfezdeki trafiği denetlemek ve limanı korumak için Bizans ya da Britanya Krallığı zamanında yapıldığı zannedilmekteymiş. Kalenin arka kısmından dolanmışız. Üst tarafta kaleye giriş için kapı yok. Duvar ve surları tuğla süslemeli kalenin burçlarında gezen, neşeli kahkahalar atan çocuklara seslendim. İçeriye nasıl girdiklerini sordum. Demir kapının ardından, düz bir duvarı gösterdiler. Oyuklara basarak çıktıklarını söylediler. Bir yanım “çıkabilirsin”dedi, öte yanım “dur yakışık kalır mı” diye söylendi ve ben küçük arkadaşlarımın fotograflarını çekerek geldiğim yolu takip edip, denize ulaştım. Kalenin tek girişi aşağıdaymış. Uzun süre bakımsız bırakıldıktan sonra restore edilerek duvar ve surları kurtarılan kalenin içine girmedim.


Konağı gezdikten sonra, bahçesinde soluklandık. Karnımız açıktığı için deniz gören bir yerde balık yemeye karar verdik. Küçük bir yerleşim yeri olduğu için alternatifimiz de çok değildi. Yaptığımız küçük araştırmaya göre Rota, Sahil Restoran iyi lokantalarmış ve fakat yapımı devam eden Gebze Eskihisar Kentsel Tasarım ve Peyzaj Projesi'nden dolayı lokantaların önü çamur içinde ve delik deşikti. Tüm deniz kasabalarının makus kaderidir. Her kış moderneşlertirilmeye çalışılırken, ırzına geçilir toprağın, kasabanın. Yazın makyajlanmış görüntüsünde gün batımı izlenir, kışa kadar çaktırmadan yavaş yavaş hırpalanır ve Mart ayında tekrar delik deşik edilmeye başlanır. Adına rant mı dersiniz, gereklilik mi bilemem ve fakat sıkıldım bu durumdan. Sağlam yaptığımız bir şey olsun istiyorum. Daha sonra aynı yere, bildiğim şeyleri tekrar göreceğimin rahatlığı ile gitmek istiyorum.
Küçük Ev isimli bir lokantada karar kıldık. Kış güneşinin aldatan parlaklığına kanıp, dışarıda oturduk. Tekir yedik, bira içtik. Açığa demirlenmiş gemilerden karaya çıkan heyecanlı gemicileri izledik. Gemilere kumanya getiren minibüsten malları teslim alan gemicinin telaşını gördük.

13 Mart 2010
Gebze-İzmit
Sabiha