
Güney'e nihayet gidiyoruz. Tüm yıl bunu beklemiştik. Yolculuğumuzu kadim dostlarımız Gülçin ve Emre ile yapacağız. Eskihisar'dan 21:20'da yola çıktık. Balıkesir'e 01:00'de vardık. Emre ve Gülçin, araba kullandıkları için Asya Otel'de dinlenmemiz çok iyi oldu. Sabah, usul usul, tingir mingir yol aldık ve kahverengi tabelasını gördüğümüz “Belen Köyü”nde nefes aldık. Muğla'ya bağlı Çaybükü (Gevenes) Köyü'nün ilginç öyküsünü, kahveden etrafa telaşsız, usul usul dağılan, isimsiz bir efenin tok ve dingin sesinde dillenen türkü ile öğrendik.
Çıktım Belen Kahvesi'ne baktım ovaya,
Bay Mustafa çağırdı, dama oynamaya,
Ormancı da gelir gelmez, yıkar masayı,
Söz dinlemez Ormancı, çekmiş kafayı,
Aman Ormancı, canım Ormancı,
Köyümüze bıraktın yoktan bir acı...

Kahvenin duvarlarında olayın kahramanlarının fotografları, mahkeme tutanakları var. 1946 yılında gerçekleşen bu talihsiz olayı unutmamak için mahalli bir sanatçının sesi ile Muğla Türküleri çalınıyor. Kahvede ilk dikkatimi çeken ise ağaç dallarının gölgesi ile girişteki dama masası oluyor. Savaşmaya hazır iki ordu gibi, açık ve koyu renkli ahşap taşlar yerlerini almışlar, sessizce verilecek talimatı bekliyorlar.

Demli çaylarımızı yudumlarken, Muğla Valiliği'nce 2005 yılında restore edilen kahvenin duvarına asılmış öyküyü ve türküyü okuyoruz (*). Ormancı Mehmet için içkili, Muhtar Tevfik için iyiliksever, Bay Mustafa için dama düşkünü Bey, denilmiş denilmesine de, muhtarın orman yangınında Ormancı'ya adam vermek istememesine biraz içerliyoruz. Ormancı delilenmiş yıkıvermiş dama masasını. Netice, bir ölü, bir yaralı, bir de mahpus... Geride kalan ise acı olayın türküsü, turizm enstrümanı olmuş bir öykü.
Yol boyunca, türkülere konu olan evlerin kahverengi tabelalar ile turizm envanterinde yer aldıklarını gördük. Misal, “Kerimoğlu Türküsü Köyü”. İyi mi olmuş, kötü mü olmuş bilemedim. Aslında, Belen Köyü Kahvesi'ne gösterilen özeni görende, köylerin çehresine sürülen bir parmak boyadan ziyade, şefkatle yanaktan alınan bir makas olduğu fikri mutlu etti beni. Köyün kaderi gösterilen bu özenle değişmiş. Güney'e inen turistlerin nefes aldıkları bir durak olmuş Belen Kahvesi.

Kulağımızda efenin sesi, dilimize pelensenk olmuş türkü ile yolumuza devam ediyoruz..
Aman Ormancı, canım Ormancı,
Köyümüze bıraktın yoktan bir acı...
15.09.2009 Muğla
Sabiha
(*)
1946 yılında M“ustafa Şahbudak ve Muhtar Tevfik Cezayirli, dama tahtasının başına otururlar. Oyunun yarısında ‘Sarı Memet’ lakaplı Orman Memuru Mehmet İn çıkagelir. Mehmet, sarhoştur. Bir gün önce, komşu olan Çiftlik Köyü’nde yangın çıkmıştır. 1946 seçimlerinin evrakı Yatağan’a gönderilecektir. Seçim evrakını Yatağan’a, köy bekçisinin götürmesi zorunludur. Ormancı ise yangın evrakının bir an önce ilçeye götürülmesi için bekçiyi muhtardan ister. Muhtar Cezayirli, ‘Olmaz, daha acil olan seçim sonuçlarının ulaştırılması gerekiyor. Bekçiyi gönderemem’ diye cevap verir. Bunun üzerine ormancı ile muhtar arasında tartışma başlar.
Muhtar Tevfik Cezayirli, ‘Ayıp ediyorsun Mehmet, bize müsaade et’ der. Ormancı kahveye geri döner, dama masasına bir yumruk atar. Mustafa Şahbudak, bu davranışa tahammül edemez ve ormancıyı tokatlar. Olayın büyüyeceğini anlayan köylüler, ormancıyı sakinleşmesi için kahvenin arka tarafına götürürler. Ormancı bağırarak küfürler savurmaktadır. Küfürler Mustafa Şahbudak’ın tahammül sınırını daha da zorlar. Şahbudak, yerinden kalkar, ormancının üzerine yürür. Ormancı Mehmet, kamasını çıkarıp Mustafa Şahbudak’ı kolundan yaralar. O zaman, Mustafa Şahbudak ormancıyı korkutmak için, belindeki tabancayı çıkarır, yere doğru ateş eder. Muhtar, ormancının ikinci kez kama vurmaması için elini tutar. Fakat, Mustafa tetiği çoktan çekmiştir. Ormancı Mehmet İn, bunun üzerine kaçmaya başlar.Mustafa Şahbudak kaçmasın diye, bir el daha ateş eder. Bu ateş de öldürmek için değil kaçmasına engel olmak içindir.
İkinci atışta Mehmet İn yere düşer. Arka cebinde tabaka olduğu için, ona bir şey olmaz. Ama, Mustafa Şahbudak, kaza kurşunu ile dostu Tevfik’i vurmuştur. O günlerin imkansızlıkları içerisinde Tevfik’i, tahta bir sal üzerinde köyden 23 kilometre uzaklıktaki Muğla Devlet Hastanesine götürürler. Tevfik, çok kan kaybetmektedir. Mustafa, Doktor Veli Bey’e, ‘Babamın selamı var, bu adamı iyileştir’ diye yalvarır. Doktor Veli Bey, ‘O ölecek, önce senin kolunu saralım’ diye yanıt verir. O sırada Tevfik eliyle işaret edip Mustafa’yı yanına çağırarak, ‘Ben ölüyorum, hakkını helal et’ dedikten sonra can verir.