Mezopotamya’nın en eski yerli halkı Aramiler ile tanışmak için Halep’ten Güneye iniyoruz. Yolcuğumuzda coğrafyanın birden bire değiştiğini izliyoruz. Aklımızın alamadığı kadar geniş düzlüklerden geçiyoruz. Toprağa hiçbir şey tutunamamış. Yol üzerindeki tek tük çam ağaçları da çok kuvvetli esen rüzgarlardan iki büklüm olmuşlar, gözleri toprağa bakıyor. Bu kadar düz bir araziden sonra Şam’a yaklaşık 56 km uzaklıkta bulunan Kalemun Dağları’na doğru, kadim dostumuzun “sabren cemil billahil müstahin (*)”nidaları ile yükselmeye başlıyoruz. Yükseldikçe, ardımızda bıraktığımız ovanın genişliğini daha da iyi görüyoruz.
Kalemun’un taştan bağrını oymuşlar, Aramileri koymuşlar. Malula taş ustasının değil de Tanrı’nın yonttuğu bir kent olarak karşımıza çıkıyor. Kayalara oyulmuş bu kentte, evler birbirine tutunarak duruyormuş gibi öne doğru eğilerek bizi selamlıyor.
Aramice, “giriş” anlamına gelen Malula, adının hakkını verir bir coğrafi yapıya sahip. Sanki koca dağ ikiye ayrılmış gibi bir geçit oluşturuyor. Efsaneye göre de, putperes babasının dinini benimsemeyen Takla, kaçarken çıkışı olmayan Kalemun’a sıkışıyor ve Tanrı’ya yakarıyor. Bağrı yanan Kalemun ikiye bölünerek bir geçit oluşturuyor ve Azize Takla, iskambil kağtları gibi üst üste dizilmiş evleri ile Malula'ya çıkıyor. Tanrı'nın elleri dokunmuş bu kayalara... Kocaman kayayı bir elma gibi başka hiçbir güç ikiye ayıramazdı diye düşünmeden edemiyorum.
Geçitin içine girmeden evvel, Konya'dan kaçıp gelen Takla'nın yaşadığı mağrayı ve kiliseyi ziyaret ediyoruz. Kilisede her dinden insan var. Her biri dileklerinin gerçekleşmesi için duasının hemen sonrasında ya avuçlarını yüzüne sürüyor ya da elleri ile bedenlerine görünmez bir istavroz çiziyorlar. Hiristiyanlık aleminde çok önemli bir yeri olan Azize Takla'nın evi Mar Takla'yı bütün dünyadan ziyaret ediyorlar.
Tanrı'nın araladığı kayaların arasından geçerken Aramice konuşan çocuklara rastlıyoruz. Dünyada yalnızca üç yerde konuluşulan bu kadim dilin (Hz. İsa'nın konuştuğu dil) , Malula'nın izole yapısından dolayı korunduğunu düşünüyoruz. Dar ve zikzak yarıktan geçerken Hz. İsa ve annesi Meryem'in iki bin yıl önce buralardan geçtiğini hayal etmek bile etkiliyor her birimizi. Geçitin sonunda bizi Sarkis Manastırı'na götürecek anayola çıkıyoruz.
Sarkis ve Bacchus Manastırı'na (**) girdiğimizde bizi Maria isimli bir Arami kızı karşılıyor. Putperes mabedinin enkazları üzerine inşa edilen bu kilisenin orta yerinde yarım daire şeklinde bir sunak var. Bu taş masanın etrafında Maria'dan Aramice bir dua okumasını istiyoruz. Gözlerini kapatarak duaya başlıyor. Bir anda Maria'nın sesi soluyor, İsa'nın sesi duyuluyor. Bilmediğimiz bu dil bizi sarmalıyor, kucaklıyor.
Duyduğumuz sesi, rengi, aklımızın en güvenir yerine gizleyerek akşamüzeri Damuscus'a (***) doğru ilerliyoruz.
08.08.2008'Malula-Suriye
Sabiha
(*) Sabretmek güzeldir. Allah yardımcımız olsun.
(**) İki şehit aziz
(***) Şam (Şam:Farsça “akşam” demektir)